Paylaş
Genelde “kötü zevk” diye tercüme edilir ama aslında bu da gerçek anlamı yansıtmaz. Özetle diyelim ki, estetik duyarlılığı ve göz adabını tırmalayan nesneler veya durumlar “kitsch” olarak tanımlanır. Yelpazesi de abartılı renklerden uyumsuz formlara dek uzanır.
Biliyorum şimdi diyeceksiniz ki, “be adam, taa Bengal’lerden estetik dersi vermeye kalkışmanın alemi yok! Sen hele şu Ganj deltasına gel de, ‘kitsch’i miçi kusur kalsın”.
Geliyorum geliyorum da, eğer yukarıdaki olgudan bahsetmeseydim Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son durağındaki enstantaneyi de hakkıyla tasvir etmiş olmazdım.
EFENDİM, Bombay’dan kalkıp Dakka’ya inen uçağımız daha pistte fren yapıyordu ki, lumbozdan baktığımızda, kabaca bir taşra kasabası terminalini andıran Dakka havaalanında pek olağanüstü şeylerin hüküm sürdüğünü derhal anlayıverdik.
Kortejde bekleyen otomobillerin ışıldakları ve yere serilmekte olan halı etrafındaki dehşet telaş bir yana, dört bir yan Türk ve Bangladeş bayraklarıyla donanmıştı. Bitmedi!
Bitmedi, zira bir de bütün protokol binasına boydan boya, Bengalî ve İngiliz dillerinde “Hoşgeldiniz Türkiye Cumhurbaşkanı Ekselansları” yazılmıştı. Ama yine bitmedi!
Evet yine bitmedi, çünkü ayrıyeten aynı binanın önüne hem Bangladeş lideri Zillur Rahman’ın, hem de Abdullah Gül’ün devâsa portreleri resmedilmişti.
Fakat ne resmediliş yani!
EVET ne resmediliş, zira mübarek desinatör eline tutuşturan Gül fotoğrafıyla; Hindu, Budist veya Müslüman farketmez, bütün Asya altkıtası kültürünü belirleyen bilûmum tanrı tasvirlerini öyle bir birleştirmiş ki, işte “kitsch” abidesi diye ben buna şapka çıkartırım.
Demin beraber uçtuğum Cumhurbaşkanı desem, değil! Katiyyen değil! Kör sayılmam. “Vişnu” tanrı desem, eh o da değil! Bu takdirde alnına kırmızı uğur beni yapıştırılmış olması gerekirdi ki, yok!
Neyse, trafiğe kapatılmış ve yine bayraklarla donatılmış güzergahta da “Türkiye’nin ekselanslarına uzun ömürler” gibi aynı türden “kitsch”, hatta yarı otoritarist–yarı tapınmacı şiarlara bakarak yola revan olduk ki, Bangladeş’ten ilk izlenimi mi soruyorsunuz.
Söyleyeyim: Burası, muhtemelen biraz daha liberali fakat çok, ama çok daha yoksulu olmak kaydıyla, müteveffa Doğu Bloku ülkelerinin hem İngiliz kolonyalizmi salçasına bulanmış, hem de Hindu–İslami kültürle yoğrulmuş bir tropikal varyantıdır ki, nokta!
ASLINA bakarsanız bu kadar şaşâa beklemiyordum. Kabul, tabii ki din unsuru var!
Artı, haniyse yalnız BM “sadakaları”yla geçinen bu sonsuz fakir ülkenin Ankara’dan büyük yardım umudu da var. Fakat ben yine de biraz daha mesafeli duruş tahmin ediyordum.
Zira unutmayalım ki 1971 yılına dek Bengladeş diye bir devlet yoktu. Doğu Pakistan olarak bilinirdi. Ülke, Hindistan’ın aynı Pakistan’la gerçekleştirdiği savaş sonucunda doğdu.
Ve, sanki Hint İslamı İslam değilmiş gibi tâa 1947’den beri hep o Pakistan’a oynamış olan Türkiye bu savaşta da tıpkı 1965’deki gibi, tekrar İslamabad’ı desteklemişti.
Böyle bir tutum Doğu Bengalliler açısından öyle kolay kolay unutulacak şey sayılmaz.
Ama demek bir yandan Ankara’nın burada dev bir refah gücü olarak algılaması; diğer yandan da TSK’nın Bengalî orduyu desteklemesinden ve eğitmesinden, Gülen Hocaefendi camiasına yakın okulların yoğun faaliyet göstermesine uzanan zincirde Türkiye’nin burada büyük etkinlik pekiştirmesi, geçmişten kalması gereken o kırgınlığı çoktan unutturmuş.
Hem de öyle bir unutturmuş ki, ülkemiz Cumhurbaşkanı “ekselanslarına uzun ömürler” pankartı asılarak ve “kitsch” portresi resmedilerek karşılanır olmuş.
Paylaş