Paylaş
Kör talih, tam da karakışın ortasına düştüm. İstanbul uçağı bile nice zorlukla inebildi.
Kar Belçika’da zaten hanidir varmış ama Perşembe gecesi yağan tipiden sonra o eskilerin üstüne ben diyeyim yirmi, siz deyin otuz santimlik bir kat daha eklendi.
ANCAK Başkent’te ve güneydeki Valonya’da tek dirhem kimyasal mıcır kalmamış.
Dolayısıyla ne kırsal alanlardaki, ne de şehirlerdeki yollar temizlenebiliyor.
Ana güzergâhlar bile trafiğe yasaklanmış. Direksiyon tutmaya cesaret eden kelleyi koltuğa almış sayılıyor. Noel nevalesini yetiştiremeyen kamyoncular da burnundan soluyor.
Ve tabii tramvay ve otobüsler de çalışıyor. Tren rötarları ise iki saatten başlıyor.
Havaalanında mahsur kalan yediyüz yolcu da o Noel’i Kızılhaç çadırlarında geçirmiş.
Sizin anlayacağınız, hayatın tümüyle durmuş olduğu şu Belçika Federatif Krallığı sanki Avrupa göbeğindeki coğrafyada değildir de, bir mevsimliğine Sibirya’ya taşınmıştır.
NEYSE, klasik aile sofrası yerine lokantada olsa bile kardeşleri ve babasıyla yılda hiç değilse bir kez buluşabilmesi için Pazar sabahı en küçük oğlumu annesinden almaya gittim.
Brüksel’e bitişik ama idari olarak Flaman Bölgesi’ne dahil bir banliyöde oturuyorlar.
Dediğim gibi kar diz boyu ve bırakın mıcırı, yollardan traktör paleti dahi geçmemiş.
Otomobili binbir dikkatle ve ayağımı frene değdirmemeye çalışarak kullanıyorum.
Fakat o ne?
O ne, zira Fransızca imlâlı “Brüksel İl Sınırı Bitti, Güle Güle” tabelasından sonra Felemenkçe yazılı “Flamanya’ya Hoş Geldiniz” tabelası gözüktü ki, kar da anında bitiverdi.
Tamam tamam, gök kubbedeki bulutlar tanecikleri Belçika’nın kavimsel hudutlarına göre yağdırmak veya yağdırmamak gibi bir karar almadıkları için aslında kar tabii ki bitmedi.
Yine aynı yoğunlukta düşmüş ama Kuzey bölgeye girdiğiniz santimetreden itibaren tüm yollar haniyse bal dök yala cinsinden temizlenmiş. Ta refüjlerin ötesine kadar kürenmiş.
Şimdi ne patinaj, ne kayma endişesi var, normal şekilde gaza basıyorum ve oğluma salimen kavuşacağım için sevinçten uçuyorum.
ŞÜPHE yok, belli ki bütün buralarda püskürtmeli makine hiç durmadan çalışmış.
Kimyasal mıcır bol keseden saçılmış. Trafik ekipleri denetim üstüne denetim yapmış.
Ancaaak, bir taş atımlık Başkent sahasına o mıcırın tek taşını dahi atmak çok sayılmış!
Merkez Brüksel’de hayat durmuşmuş; Güney Valonya’da arşın patika açık değilmiş; her ikisinde de tek kürek küspe ve tek vida yedek parça kalmamışmış, kimin umurunda!
Her koyun kendi bacağından asılır ve Belçika Federal Krallığı’nda toplumsal ve kamusal dayanışma tabelanın “Flamanya Bitti, Güle Güle” dediği yerde durur ki, nokta!
İMDİİ, “demokratik özerklik” sözünü telaffuz ederek aslında utangaç bir federal, hatta konfederal yapı çağrıştıran Kürt dostlarım, yukarıdaki çok somut örneği kasten verdim.
Zira hatırlatırım, sonsuz egoist ve kavmiyetçi bir dürtüyle Federal Krallık’ta sırf kendi yollarını temizleyen ve mıcır taşı dahi “koklatmayan” taraf o federasyonun zengin kesimidir.
Daha yoksul ve mütevazi Brüksel ve Valonya’yı “başka kapıya” diye çevirmektedir.
Sırtına yük oluyor diye artık onlardan tamamen ayrılmak isteyen de yine aynı taraftır.
Eminim ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur ki, yukarıdaki Belçika emsaliyle Kürt sorunu arasındaki benzerlik ve zıtlıkları yarın da tarihi perspektifte işlemeyi sürdüreceğim.
Paylaş