DÜNKÜ ‘‘Hürriyet’’teolağanüstü harikulade ve sonsuz modern bir fotoğraf vardı. Deklanşör her halde kalabalık açık havadaki dev ekranı izlerken tıklamış, Berlin'in Postdam Meydanı'na toplanmış ‘‘gurbetçi’’ler milli takımın futbol başarısını kutluyordu.
En ön planda da, tatlı mı tatlı bir genç kız müthiş sevinçle ellerini çırpıyordu.
Ancak, burada çok ciddi bir sorun ve çok vahim bir suç var!
* * *
ZİRA aynı genç kız, boynuna düğümlediği Türk bayrağını bir şal gibi omzuna atmıştı.
Evet, suç teşkil ediyor, efendim.
Ey gafil ve ‘‘dejenere’’ (!) kız, sen hangi akla hizmet anlı şanlı bayrağımızı bir pelerin gibi kullanmaya cüret ve cesaret edersin?
Öpüp alnımıza koyduğumuz ve şehit kanıyla suladığımız kutsal sancağı ‘‘Kaufhof’’ reyonundan aldığın iki feniklik fular mı sandın, ne hakla onu fütursuzca gerdanına dolarsın?
Burada ‘‘muhbir vatandaş’’ hakkımı kullanarak savcılarımıza sesleniyor ve açık suç duyurusunda bulunuyorum.
Nasıl ki Hülya Avşar televizyon platosunda bayrak amblemli balonlara tekme vurdu diye hakkında soruşturma açıldı, aynı şey o ‘‘gurbetçi’’ çocuğu için de tekrarlanmalı.
Artık ‘‘Interpol’’ aracılığıyla mı olur, yoksa diplomatik kanallar mı kullanılır orası bilemeyeceğim, Ankara savcıları derhal Berlin nezdinde girişim yaparak suçlunun iadesini istemeli ve onu yüce Türk adaleti önünde yargılamalı.
Öyle sevinç mevinç anlamam, boru değil bayrak bu, hakaret mutlaka cezalandırılmalı.
* * *
TRAJİ komik şaka bir yana, bayrağın tarihçesi erken kabile toplumlarındaki aşiret ve boy ayrışmalarının simgelerine uzanır. Kah tüyden, kah püskülden, kah bezden oluşmuştur.
Feodal amblemleri, dini işaretleri, imparatorluk armalarını, donanma flamalarını geçeyim, modern milli bayrağın şekillenmesi, adı üzerinde, ulus devletle atbaşı gider.
Yalnız ekonomik bir pazarla sınırlanamayacak olan o ulus devlet ‘‘kader ve ülkü birliğini’’ taçlandıracağı bir sembole ihtiyaç duymuştur ki, bayrak işte odur.
Ve çok doğal olarak, özellikle milletin harcının tutturulduğu ilk dönemlerde söz konusu semboli belirli bir ‘‘ulviyet’’ ve belirli bir ‘‘kutsallık’’la donatmak gerekmiştir.
Fakat dikkat, hem ‘‘ilk’’ diye vurguluyorum, hem de ‘‘fetişizm’’den söz etmiyorum.
* * *
PEKİ, biz hala ulus devletin ‘‘ilk’’ dönemlerinde miyiz? Hala millet olamadık mı?
Çünkü, söyleyin bana, ‘‘ulviyet’’i ve ‘‘kutsallığı’’ zaten hastalık derecesine vardırmak bir yana, yaşadığımız‘‘bayrak fetişizmi’’ nedir ? Korkularımızın kaynağı hangi travmadır ?
O nasıl bir köhne beyindir ki, aslında ulusal tematik işleyen bir programda Avşar balona tekme vurdu diye ‘‘Türk bayrağını koruma kanunu’’ uyarınca soruşturma açar?
Bunun tam zıddında ise, nasıl olur da kaçak inşaat sahibi binasının yıkımını önlemek için yegane çareyi, çatıya bir bayrak, bir de Atatürk resmi asmakta bulur?
Her şey gibi bayraktaki simgeselliğin de değiştiğini görmüyor muyuz?
Onu sırta tişört veya kıça don diye geçirmenin hakaret değil, tam tersine, artık oturmuş ve reşit çağa ulaşmış bir milletin somutlaşması anlamına geldiğini farketmiyor muyuz?
Söyleyin bana, Türkiye'nin futbol başarısını Berlin'de can-ı gönülden kutlayan harika genç kız, bayrağı boynuna dolayıp omzuna atmakla milli midir, yoksa ‘‘gayrı milli’’ midir ?
* * *
ARTIK gerçek bir millet olduğumuza inanalım ve ''ilk'' korkularımızı öldürelim.
Bilelim ki, ne mutlu bize, ulus modernleştiği ölçüde bayrak sembolü de modernleşir.
Berlin'in Postdam Meydanı'ndaki ‘‘gurbetçi’’ genç kız, pelerinini iyi düğümle ve şalına sıkı sarıl, sen, omuzlarında geleceğimizi taşıyorsun!