DEMEK ki biat kültürünün ve kişi tapınmasının laik varyantını yansıtan ve Baykal’ın istifasıyla ayyuka çıkan o ağlamaların ve o zırlamaların; o yalvarmaların ve o yakarmaların; o feryâd-ı figanların ve o açlık grevlerinin falan hiçbir kıymet-i harbiyesi yokmuş!
Kendilerine “siyasi gözlemci” payesi biçenlerin kulağına tekrar küpe olsun, demek ki “gürültülü azınlıklar”ın galeyanına bakarak “sessiz çoğunluklar”ın nabzı tutulamazmış. Bunların hepsi sıfıra sıfır elde var sıfırmış ve ancak buzdağının su üstündeki yanıymış.
ÖYLE, çünkü Deniz Baykal bitmiştir! Üstelik de topu topu bir haftada bitmiştir. Şıpınişi bitmiştir. Daha doğrusu, bizzat kendi kurumu tarafından bitirilmiştir!
EVET bizzat kendi kurumu tarafından bitirilmiştir, zira altı oklu parti bünyesindeki son gelişmeler “ezeli lider”in maddi ve manevi sultası altında olduğu varsayılan örgütün de artık “canına tak dediğini” ortaya koydu. Ayan beyan ve hiç tartışmasız biçimde ispatladı. Bundan geri dönüş de yoktur! Hafta sonu gerçekleşecek kurultay tabir caizse, Baykal’ın siyasi hayatına kazınacak bir “kitabe-i sengi mezar”dan başka anlam taşımayacaktır. Ve yine tabir caizse, burada CHP açısından bir “isyan”; hatta Freud’ün psikanalitik lügatini kullanırsak, mecâzi anlamda bir “babayı öldürme” durumu söz konusudur.
TAMAM, melûn kaset komplosu tabii ki şok etkisi yaratı. Ama bilhassa vurguluyorum, Deniz Baykal o kasette yer aldığından d-e-ğ-i-l, olay kendisinden kurtulmak için vesile sunduğundan, parti nomenklaturası fırsatı kullanmayı bildi. Dolayısıyla da, kumpasçıların muradına erdiğini söylemek yanlış oluşturmaz. Bu takdirde pespaye şantajcıların kimliğini saptamak şimdi daha çok önemlidir. Her halükarda da Kemal Kılıçdaroğlu’na verilen destek İstanbul milletvekiline beslenen sempatiden ziyade eski Genel Başkan’a duyulan antipatinin göstergesidir. En azından, bir yenilenme iradesinin, arzusunun ve talebinin ifadesidir! Fakat şüphesiz, Baykal’ın hazin sonunun böylesine rezil bir komployla gelmesi tarihe kara harflerle yazılmıştır ve ancak alçakların yakalanmasıyla, o da kısmen temizlenebilir.
ÖTE yandan, Dersim kökenli parlamenterin çok muhtemelen yeni CHP lideri seçilecek olması aynı CHP’nin de illâ “yenileşeceği” anlamına gelmez. Gelemez de! Zira herkes gibi parti yandaşlarının da kendi meşreplerine göre ve birbirlerinden farklı “yeni” tanımları vardır. Kimisi köhne bit pazarına nur yağdırır, kimisi de en şıkıdımını ister. Zaten de kimisi Baykal’ı aşırısı sağdan, yani “ulusalcı” mevzilerden eleştirmektedir. Bunlara göre altı oklu kurum yeterince “cumhuriyet bekçisi” değildir. Yeterince “laikperest” davranmamaktadır ve yeterince “kuvva-ı milliye ruhunu” sahiplenmemektedir. Yani onların arzuladığı CHP’de Kılıçdaroğlu eski başkana dahi rahmet okutacak bir “statüko zaptiyeliği”ne soyunmalıdır. Otuzlu yıllara dönüş belâgatinden medet ummalıdır Sesleri çok daha çılız çıkıyor olsa bile, kimisi ise “çağdaş sol” bir söylemle sivil, demokratik ve sosyal demokrasiye yakın bir “modern CHP” özlemini dile getirmektedir. Ve aynı CHP’nin seküler Alevilerden şehirli laiklere ve “İzmir tipi” (!) şovenlerden emekli memurlara uzanan bir “kemik kitlesi” mevcuttur ki, nispeten homojen bu sosyolojik yapıyla ikinci şıktaki modernist eğilimin getireceği heterojenliği birleştirmek kolay iş değildir. Dolayısıyla, bugün kişisel bir “anti - Baykal” ortak paydasında oluşan bloklaşmayı şimdiden siyasette de “anti - Baykalcılık” olarak yorumlamak, gelecekte yanılgıya götürür. Bekleyip göreceğiz ve Kemal Kılıçdaroğlu CHP’sini ona göre değerlendireceğiz.