Paylaş
Oysa Hasan Cemal benden önce davrandı ve meselenin bam teline dünden basıverdi.
Onun “Milliyet”teki satırlarından aktarıyorum:
“Bir nokta dikkatimi çekti. Bu ortak nokta, ‘kaygı’ydı! Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması ya da Avrupa’dan kopması ihtimali, Batı’nın muteber yayın organlarında genel olarak tedirginlikle karşılanmıştı. Hiç birinde ‘aman ne iyi oldu, ait olduğu yere gidiyor, zaten Türkiye ne zaman Batılıydı ki!’ gibisinden bir değerlendirme yoktu”.
Dediğim gibi, meselenin bütün özü Cemal’in vurguladığı bu “kaygı”ya odaklanıyor.
* * *
BURAYA odaklanıyor, çünkü yukarıdaki “kaygı”nın doğru mu, yanlış mı olduğu konusuna bugün girmeyeceğim ama, her iki durumda da şu olgu göz çıkartıyor.
Batı, kendisinden kopabilecek bir Türkiye’yi tahayyül dahi etmek istemiyor!
Bırakın kopmayı, Ankara’nın kısmen mesafe koymasından bile büyük endişe duyuyor.
Nitekim de, böyle bir ihtimal karşısında, yine Hasan Cemal’in ifadesiyle, “aman ne iyi, işte ait olduğu yere gidiyor. Zaten Türkiye ne zaman Batılıydı ki!” diye sevinçten etekleri zil çalan tek bir Allah’ın kulu, tek bir aklı başında insan çıkmıyor.
Bu yaklaşım sonsuz doğaldır ve tabii ki “muhtaçtır” gibisinden büyük kelimeler kullanmayalım ama, tarafların birbirleriyle ne denli eklemleşmiş olduğunun ispatıdır.
* * *
ÖYLEDİR, zira “öteki”ne nefret ve korku ekseninde siyaset üretmeye çalışan bizim “Sevr paranoyakları” derdine yansın, Lloyd George devri biteli haniye doksan yıl oldu.
Hani, fi tarihinde İngiltere Başbakanı olan şu meşhur Lloyd George’yi kastediyorum.
Malûm, bu hazret “vahşi Türkleri Asya’ya sürmek” ihtirasıyla yanıp tutuşurdu.
Oysa, yine bizim “ulusalcılar”ın yukarıdaki nefreti daha da körüklemek için piyasaya sürdüğü yalanların aksine, o George dahi kendi döneminde çok yalnızdı. Marjinal kalıyordu.
Unutmayalım ki, 1921 Londra Konferansı’nda, hatta yukarıdaki Sevr’in kulislerinde bile, Türkiye’ye yönelik marazi düşmanlığından dolayı bizzat müttefikleriyle kapışmıştı.
Zaten kendi ülkesinde dahi iktidardan düşmesi, 1922’de Çanakkale Boğazı için Majesteleri İmparatorluğunu yeniden savaşa zorlamak maceraperestliğinden kaynaklanmıştı.
* * *
VAKIA, sabık Londra Başkanı Türkleri hiçbir yere süremedi. Tersine, biraz da Hitler’e övgü düzdükten sonra bizzat kendisi Galler memleketindeki malikâne sürgününe gitti.
Ve en önemlisi, söz konusu Lloyd George’ye rağmen o ne geniş ufuktur ki, o ne açık perspektiftir ki, o ne bilge öngörüdür ki, Kemalist Türkiye ilk andan itibaren Batı tercihi yaptı.
Evet bu tercihi yaptı ve nitekim, genç Cumhuriyet’in rövanş peşinde koşan Almanya ve Rusya’nın aksine, daha düne kadar savaşta olduğu “anti-revizyonist” devletler yanında saf tutması; ardından, yukarıdaki rotayı 1934 Balkan Antantı, 1937 Sâdâbat Paktı ve 1939 Türk-Fransız-İngiliz Dostluk Antlaşması gibi ittifaklarla pekiştirmesi; dolayısıyla da 2. Savaş sonrası, NATO’dan Avrupa Konseyi’ne ve OECD’den AB’ye Ankara’nın bütün yeni Batı kurumları içinde yer alması, işte böylesine iradi belirlenmiş doğru siyasetlerin ürünüdür.
Bunları dış politikaya uygulayarak ülkemizin eninde sonunda demokrasi, özgürlük ve refah toplumlarıyla buluşmasına imkân tanıdıkları için de, tabii ki en başta Kemal Atatürk, yukarıdaki “Batı seçeneği”ni pratiğe geçirmiş herkese şükran borçluyuz.
O halde, velev ki “Türk geliyor” kaygısı aynı Batı’nın kolektif bilinçaltından tam silinmemiş olsun ve velev ki Paris veya Berlin’deki ufuk yoksunu rical yollara taş koysun.
Paylaş