Paylaş
Halep oradaysa arşiv buradadır. Başbuğ henüz Kara Kuvvetleri Komutanı’ydı ki, 2007 ekiminde peş peşe yazdığım üç ayrı makalede, filozof Habermas’a atfen modernite sorunlarına değindiği konuşmasının özüne katıldığımı ama biçimini kabullenmediğimi belirterek, bunu daha o zaman ifade ettim. TSK’nın en üst yetkilisi konumuna geçtikten sonraki tavrı da görüşümü değiştirmedi. Aksine, aşağıda değineceğim bazı “çıkışlar”ına rağmen Başbuğ kendisini doğruladı.
*
ANCAK, bütün bu “legalist” tavra rağmen komutanı yine de “kast ruhu” belirliyor. Kol kırılır yen içinde türü bir mesleki lonca dayanışmasıyla davranıyor. Açıklayayım: Başbuğ haberdardı veya değildi tartışmasına girmiyorum ama – ki, muhtemelen bir bölümü kendisinden gizlenmiştir – çok üst rütbelileri ve çok melûn kumpasları dâhil bir dizi TSK personelinin sonsuz illegal herzeler yediği kesin vakıadır. Bunlar artık ortalığa saçılıyor. Nitekim sadece son “Balyoz” rezaletini ele alalım. Hem oradaki “Balyozcu Paşa”nın gerek mazideki, gerekse şimdiki konum ve ifadelerini; hem aynı tarihlerde vuku bulmuş olayların bağlantı ve kronolojilerini yan yana koyun, gerçeği ıskalamak için kör olmak gerekir. Artı, benim tahminim odur ki, yüzde doksandokuz virgül doksandokuz ihtimalle, onay ne kelime, “kanuniyetçi” asker Başbuğ bu pespayeliklerden büyük rahatsızlık duymaktadır.
Hatta yine muhtemelen, kapılı kapılar ardında veryansın etmektedir. Fakaat…
*
FAKATI şu ki, iş kapıların dışına geldiğinde yukarıdaki “kol kırılır yen içinde” refleksi anında devreye giriyor. Mesleki lonca dayanışması derhal ön plana çıkıyor. Buna bir de TSK’ye “komplo” (!) düzenlendiği vehmini ve organizma bütünündeki dengeleri gözetmek kaygısını ekleyin. Dolayısıyla, hadi “üstünü örtmek” demeyelim ama, Genelkurmay Başkanı olayları “göreceleştirmek” tavrına yöneliyor. Şeffaflığa uzak duruyor. Bu arada da, son kullandığı “vicdansızlar” lâfındaki in-saf-sız-lık gibi, hem genel kışla eğitiminin ideolojik etkisiyle, hem de muhtemelen bazı nesnel gerçeklere inanamamanın veya inanmak istememenin tepkisiyle, işi hiddete vardırıyor ve ölçüyü kaçırıyor.
*
OYSA hayır, İlker Başbuğ eğer donanmış olduğu “kanuniyetçilik” erdeminin içeriğini sonuna dek doldurmaya kararlıysa – ki, yukarıdaki kısmen açıklanabilir zaaflara rağmen “esas kimlik” itibariyle öyle olmaması için neden bulunmuyor -, Komutan, TSK’nın şeffaflaşmasına ve bünyesindeki “şer tohumları”nın ayıklanmasına bizzat öncülük etmelidir. İlk aciliyet de lonca dayanışması gözetmeden onları temizlemek ve cezalandırmaktır. Bu, ordunun prestij yitirmesini getirmez. Aksine, yitirilmekte olan prestiji toparlar. Fakat yukarıdaki “legal zaruret” ancak bir başlangıçtır ve de işin özü değildir.
*
İŞİN özü Cumhuriyet ordusunu militarist ideolojiden ve gelenekten arındırmaktır! Bunun için de en önce, o ideolojiyi ve o geleneği tekrar tekrar üreten kökü yenilemek, yani askeri mesleki açıdan değil zihni açıdan sivilleştirecek eğitim sistemine ulaşmak şarttır. O halde Genelkurmay Başkanı’nın, kendisinin bireysel olarak benimsediği “yasallık”ı TSK bütününde ve kolektif olarak hükümran kılacak bir seferberlik başlatması gerekmektedir. Yakın emekliliği düşünülürse de, bunu daha sonra da tavizsiz yürütecek idari, fikri ve organik kadroları hemen şimdiden oluşturması ve onların “ufkunu açması” zaruridir. Ve, 21. yüzyıl filozofu Habermas’a atıfta bulunan “legalist” Genelkurmay Başkanı Başbuğ bu büyük misyonu omuzladığı takdirde, hiç şüphe yok ki, çağdaş Türkiye’ye yaraşan çağdaş TSK’nın öncüsü olarak aynı Türkiye’nin aynı 21. yüzyıl tarihindeki yerini alacaktır.
Paylaş