Barış ve arabulucu

TÜRKİYE, İsrail’le Suriye arasında arabuluculuk yapabilir mi?

Kağıt üzerinde, evet! Neden yapamayacakmış ki?

Ama bunu söyledim diye, hezeyan raddesindeki iyimserliklere kapıldığım sanılmasın.

Çünkü baksanıza, daha ortada fol yok, yumurta yokken, mucize gerçekleşip Siyonist Devlet Golan tepelerini Şam’a iade ettiği takdirde, bunun "mimarı" addedileceği için, Başbakan Erdoğan’ın Nobel Barış Ödülü’yle mükafatlandırılacağı balonları uçuruluyor.

Fesuphanallah! Dereyi görmeden paçaları sıvamak diye işte tam buna denir.

Fakat yine de tekrarlıyorum, yukarıdaki ihtimal "teorik olarak" mevcuttur.

* * *

EVET mevcuttur, zira Tel-Aviv’le "stratejik ilişki" sürdüren yegáne Müslüman başkent Ankara’dır ve de malûm, Suriye bize hanidir "ilán-ı aşk" etmektedir.

Dolayısıyla da, Türkiye’nin "çöpçatanlık"a niyetlenmesi normal bir gelişmedir.

Nobel ödülü balonunu geçelim ama, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın elini taşın altına sokmak cesaretini göstermesi, son tahlilde ülkemiz açısından gayet olumlu bir atılımdır.

Kaldı ki, Türk diplomasisinin ınsiyatifi de gökten zembille inmemiştir.

En azından, hasım tarafların "hadi bir dene bakalım" onayından sonra başlatılmıştır.

Üstelik, o taş attık da kolumuz mu yoruldu ve n’apalım, tutmazsa, tutmaz!

* * *

ÖYLE, çünkü Ortadoğu’nun dünyadaki en çetrefil sorun olduğu zaten biliniyor.

Şu kadar yıldır şu kadar devletin elçiliği işe yaramamış. Milim ilerleme olmamış.

Bir defa da Ankara boşa kürek çekse, yani prestij mi yitirmiş sayılacağız? Asla!

Alt tarafı, üç ülke arasında "sessiz ve derinden" mekik dokuyan Başbakanlık Danışmanı Ahmet Davutoğlu’nun uçak biletleri yanar ki, helál-i hak olsun.

Her halde, kaz gelebilecek yerden tavuk esirgeyecek kadar cimri bir millet değiliz.

* * *

ZATEN láf aramızda da, o "kaz" (!) daha şimdiden gelmeye başladı.

Nitekim, Şarki-Garbi; İslami-İsevi; Arabi-Musevi medyaya şöyle üstünkörü bir bakın.

Haberlerde, yorumlarda, değerlendirmelerde sırf Türkiye’nin adının "arabulucu" olarak geçiyor olması dahi, genel bütünün içinde bir "olumluluk hissiyatı" yaratıyor.

Ankara’daki "dini duyarlılık"tan iktidara rağmen, o Ankara’nın Müslüman ve Yahudi hasımlar arasında bir "barış elçisi" olması, diyelim ki bütün taraflarda sempati topluyor.

Başka bir deyişle, atılım başarıya ulaşmış veya ulaşmamış, bu açıdan pek fark etmez.

Ona Türkiye’nin öncülük etmesi hem ülkemizi diplomatik aktör kılıyor; hem de dünya kamuoyu nezdinde, aynı Türkiye’nin İslam coğrafyası içindeki farklılığını vurgulamış oluyor.

Fakaaat...

* * *

FAKATI şu ki, dediğim gibi, tüm bunlar ancak "teorik olarak" değerlendirilebilir.

İyimserlik de sadece ülkemizin "reklam"ı veya "PR"ı açısından geçerlidir.

İş "pratik"e, yani uzlaşma ihtimaline geldiği takdirde ise durum sonsuz farklıdır.

Hayale kapılmayalım, Tel-Aviv’in öne sürdüğü şartlar; Şam’ın sahip olduğu marjlar ve bilhassa da ABD’nin ısrar ettiği "şer ekseni" dayatmalar göz önüne alındığı takdirde, arabuluculuktan somut bir sonuç çıkmasını çok, ama gerçekten çok, çok zordur!

Bırakın dereyi görmeden paçaları sıvamayı, burada ayakların suya tam değmesi ve en azından Washington’daki seçimlere dek, mucizelere bel bağlanılmaması gerekmektedir.

O halde, ne mutlu ve ne álá, Türkiye’nin girişimi her bakımdan ülkemizin hayrınadır.

Oysa, yanılıyor olmayı bütün kalbimle temenni ediyorum ama, Ankara inisiyatifinin barışın hayrına da bir sonuç getirmesi "pratik olarak", ancak çok "teorik" bir ihtimaldir.
Yazarın Tüm Yazıları