"ET kokarsa tuzlarsın, tuz kokarsa neylersin" sözü vardır ya, Anayasa Mahkemesi’nin üniversitelerdeki başörtüsü yasağına ilişkin "gerekçeli kararı" da işte bunu hatırlatıyor.
Çünkü malum, millet iradesini temsil eden TBMM de dahil, Türkiye’de söz konusu mahkemeden daha üst düzey bir hukuki kuruma sahip değiliz.
Başka bir deyişle, "tuz" durumundaki AYM de koktuğu takdirde, burun deliğimizi ferahlatacak diğer bir kimyevi madde veya salamura alaşımı bulunmuyor.
* * *
DOLAYISIYLA, burada adli anlamda kullanacağımız bir "şeriat" parmağımızı kesti miydi, iddia edildiğinin tam tersine, yaramız istediği kadar acısın, çaresisiz. Tarifsiz biçareyiz.
Uzvumuzu yerine dikecek bir cerrahtan, háttá cerahate merhem sürecek bir sıhhiyeden bile yoksunuz. Kıldan ince boynumuza AYM satırı indiğinde, yuvarlanan kellemizle yalnızız.
Ve, bir nebzecik vicdan sahibi olan ve birazcık hukuk bilen herkes farkında ki, aynı AYM aynı "gerekçeli karar"la önce o vicdanlara hançer soktu. Kamasıyla yüreğimizi deşti.
Sonra da, daha önemlisi, aslında bekçisi olması gereken o hukuk ilkelerini hiçe saydı.
Evet evet, burada tuz gerçekten tuz koktu ki, bize de bir tek, "oy neyledik neyledik / sizi bize baş eyledik / başımıza dert eyledik" diye yakınmak kalıyor.
* * *
ÖYLE, zira ilkin, bizzat AYM’nin kendisi bizzat Anayasa’yı çiğnedi. Pestilini çıkarttı
Anayasa ki, 148. maddesinde ve kıvırtmaya hiç yer bırakmayacak şekilde, aynı AYM ’nin aynı Anayasa değişikliklerini ancak b-i-ç-i-m açısından denetleyebileceğini zikreder.
Oysa kararo biçimi değil "öz"ü; yöntemi değil "esas"ı; şekli değil "içerik"i kapsıyor.
Yani, açıkça tarafgir üyeler hem kendi yetkilerini aşıyorlar, hem de hak gaspediyorlar.
Kalkıyorlar ve kıymeti kendinden menkûl bir "laiklik" (!) tanımı yapıyorlar.
Özgür laikliği değil zorba laikçiliği kıstas belledikleri için de, kel aláka, genç kızların üniversiteye mahrem kıyafetle gitmesiyle teokratik din devleti arasında paralellik kuruyorlar.
* * *
KALDI ki, öyle bile olsa ne yazar? Kimi niçin ilgilendirir? Hangi yasakçılığa girer?
Çünkü, hür düşüncenin mayasında yer alan üniversitelerin kapısı, böyle bir teokratik devleti veya aksine, AYM’nin benimsediği laikçi totalitarizmi sahiplenenler için dahi açıktır.
Zira, adı üstünde evrenselliği kapsayan bu yüksek kurumlar, Bolonya’dan Paris’e, daha ilk kuruluş anından itibaren her türlü özgürlüğün dışavurumuna hak tanımışlardır.
Ne kışla, ne de lise oldukları için, onlar öğrenci ve öğretmenlerini giyim tarzına, oluş haline, makyaj derecesine göre değerlendirmezler. Bunlardan dolayı kimseyi aforoz etmezler.
Yalnız "cursus" denilen programı ve genel anlamında da "bilgi"yi kıstas alırlar.
Dolayısıyla, türbanın "yasaklanması" (!) konusu belki her yer, her mekán ve her mıntıka açısından tartışılabilir ama, bir tek üniversite açısından tartışılamaz!
Nitekim, hemen hemen tüm ülkelerde, hicáp örtünerek anfiye girmek serbesttir.
Bir tek bizde değildir ki, yetki gaspeden Anayasa Mahkemesi de yasağı perçinlemiştir.
* * *
ANCAK tabii bütün bunları söylemek ve saptamak diğer bir "şekil"le uzlaşmak; yani AKP’nin genel konsensüs aramadan kanunu Meclis’ten geçirmesini ve Başbakan Erdoğan’ın "siyasi simge olsa ne değişir" gibi yersiz bir çıkış yapmasını onaylamak anlamına gelmiyor.
Buradaki eleştirel yaklaşımımı dün olduğu gibi bugün de saklı tutuyorum.
Ama Mahkeme’nin gerekçeli kararından sonra bu eleştirellik çok geri plana düşmüştür.
Çünkü, şimdi her zamankinden daha fazla il-ke-sel durmak ve açıkça taraf olduğunu ilán eden AYM’nin "jüristokrasi" sultası kurmasına karşı çıkmak, kesin yurttaşlık görevidir.
Evet evet, tuz da kokmuştur ve artık yeni bir salamura usulü icád etmek gerekmektedir.