Aydınlar ve huzurlar

ORHAN Veli "hiçbir şeyden çekmedi dünyada, nasırdan çektiği kadar" der ya, ben de şu Türkçe’de "aydın" kelimesinden nefret ettiğim kadar başka sözcük yoktur diyeyim.

Mümkün mertebe kullanmam. Hele hele, kendini böyle tanımlamayı zûl addederim.

En önce, kökenin bize çok yabancı bir Latinceye uzanması bir yana, Batı’da dahi altı üstü yüz küsur yıllık geçmişi olan ve Hıristiyan lûgatin laikleşmesinden doğan "entelektüel" terimine karşılık olarak "aydın"ı uydurmamız, başlıbaşına bir garabet oluşturuyor.

Bu, hiçbir şekilde aynı kavramsallığı yansıtmıyor. Anlamdaki birikimi hadım ediyor.

Ötesi, dilimizde "aydınlatmak" fiili var ki, zaten kelime oradan türetilmiş.

Dolayısıyla, "aydın" láfı daha telaffuz edildiği an, geri planda onun pırıldayan bir "fener" (!) olduğu ve kendisinin de "ışıldatmak" misyonuyla donandığı vehmi doğuyor.

Birisine "aydın" denildiği an ötekilerin karanlık olduğu çağrıştırılmış oluyor ki, eh Köy Enstitülü ve TÖS’lü öğretmenler hariç, insanların indinde antipati ve iticilik yaratıyor.

Peki de, "entelektüel"in gerçek karşılığı olduğunu varsayacağımız o "aydın" nedir?

***

MUTLAK cevabım yok! Oysa, Gramci’den Mannheim’eye, onca tanım biliyorum.

Fakat bunların hiçbiri yukarıdaki soruya doyurucu ve kesin bir yanıt getirmiyor.

Dolayısıyla, ben "entelektüel"in tarifini en önce, "kendisi için bilmek ihtirasıyla donanmış birey kişi" diye elástikleştirmiş olayım. Sonra da şunları ekleyeceğim.

"Aydın" çoğu defa belirli bir "huzursuzluk", háttá "melankoli"yle donanmıştır.

Huzursuzdur, çünkü o "bilmek ihtirası" ister istemez, kendi "ben"i de dahil, şeyleri ruhen, vicdanen ve mantıken "sorgulamak refleksi"ni kamçılar. Ebedi tatminsizlik yaşar.

Bu olgu ise, diyelim ki onu "muhalif kıvılcımlar"la teçhiz eder. Ancak buradaki "anti"lik illá her hangi bir iktidar karşısındaki organik veya beyinsel muhalefet değildir.

"Aydınlar" tabii ki iktidarlardan, egemenlerden, statükolardan da yana olabilirler.

Ama geri planda o muhalif sorgulayıcılıktan kıpırtılar kalır. İçsel sorgulama bitmez.

Artı, eğer yukarıdaki özellik ve hasletler kısmen mevcutsa, "entelektüel"lerin şu veya bu siyasi, felsefi, dini angajmana girmesi onların niteliğini değiştirmez.

"Aydın"ların faşisti de, komünisti de, nazisi de, teokratı da vardır ve olmuştur.

Zaten de sözü buraya getirmek istiyorum.

***

BURAYA getirmek istiyorum, çünkü Hasan Celál Güzel "Sizler aydınsanız, ben aydın değilim" başlığıyla "Radikal"de yayınladığı ve www.özürdiliyoruz.com adlı internet sitesinde 1915 Ermeni Tehciri için kişisel özür dileme kampanyası başlatmış olan insanları en seviyesiz ve en saldırgan uslupla hedef aldığı ve gösterdiği makalesini dün şöyle bitirdi:

"Bazı sütübozuklar, bu yazıdan sonra beni faşist ilan etmeye kalkışacaklardır".

Estağfurullah ama, hem öyle olsa ne farkeder ki?

Güzel zaten "sizler aydınsanız ben aydın değilim" demekle aslında sırf kendisinin ve kendisi gibi düşünenlerin "aydın" olduğuna, diğerlerinin ise olmadığına çoktan hükmemiş.

Dolayısıyla, "sütübozuklar"ın onu "faşist" ilán etmesi veya etmemesi anlam taşımaz.

Madem ki en totaliter, en egemen, en ceberrut ideolojilerden yana yapılan tercihler bile bazı hasletlere sahip insanların "entelektüel" niteliğini silmez, o halde ne değişecek?

Biraz tevazu gösterip "aydın benim" demeseydi dahi, "kendisi için bilmek" şevkiyle donandığı net ve açık olan bir Hasan Celál Güzel’in bu kimliği tabii ki inkár edilemez.

Ha, "aydın"larda ruhi, manevi, vicdáni ve etik diğer bir hasleti oluşturan o "muhalif huzursuzluk" sorgulamasından mı söz ediyorsanız? Bu, ancak bir beklentidir. Kaide değildir.

"Entelektüel" sonsuz çetrefil bir mahluktur ve pekala, ruhsuzluk, maneviyatsızlık, vicdansızlık ve etiksizlik karşısında huzurunu zerre kadar bozmayanlar da "aydın" olabilir.
Yazarın Tüm Yazıları