DAĞ fare doğurdu diyemeyeceğim, çünkü ortada zaten gerçek anlamda bir dağ yoktu.
Velev ki zirvesinde dünyanın en kaymak tabakasını buluştursun, yine de yoktu!
Anladınız, hafta sonu Washington’da gerçekleşen ve Türkiye’nin de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından temsil edildiği "G-20" doruk toplantısını kastediyorum.
***
EVET, ABD başkentindeki oturumdan fazla "dişe dokunur" bir şey çıkmadı.
Zira, çok derin ve vahim bir buhran yaşayan dünya ekonomisini "hale yola sokmak" amacıyla kızağa konulmuş olan bu zirvede, liderler ancak genel hatları saptamakla yetindiler.
Krizi aşmak için eşgüdümlü davranılması; piyasalara kısmen müdahele edilmesi ve "atılımda olan ülkeler"in daha çok söz hakkına sahip olması gibi "ilke kararları" aldılar.
Somut tedbirleri ise daha sonraya, muhtemelen 2009 baharına bıraktılar.
***
ASLINA bakarsanız, "G-20" nihayetinde yayınlanan ortak bildirinin böylesine yuvarlak ve muğlak ifadelerle noktalanması hiçbir şekilde sürpriz oluşturmuyor.
Çünkü, cumartesi günü ve tam zirve öncesinde belirttiğim gibi, ağır aksak ve kör topal olsa dahi dünya ekonomisinde hálá motor rol oynayan ABD şu an bir geçiş dönemi yaşıyor.
Yani, BarackObama’nın başkanlığı resmen devralacağı 20 Ocak tarihine dek, Bush yönetiminin elini taşın altına sokmak istemesini son derece doğal karşılamak gerekiyor.
Ancak yine de, zirvenin boşa atılmış bir kuru sıkı mermi olduğunu söyleyemeyiz.
***
SÖYLEYEMEYİZ, çünkü Birleşik Devletler başkentinde gerçekleşen oturum, zaten hanidir görünmekte ve yaşanmakta olan bir olguyu modern tarihte ilk kez resmen tescil etti.
O da şu ki, "çevre" artık "merkez"le aşık atmaktadır!
En azından, nefesini ensesinde hissettirecek ölçüde, onu yakından izlemektedir.
Ve de, bizzat aynı "merkez" bunu kabullenmektedir. İster istemez onaylamaktadır.
Başka bir deyişle, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ve yukarıda "atılımda olan ülkeler" diye tanımlanan o "çevre" veya diğer tabirle "periferik" devletler, ABD - AB - Japonya eksenli klasik "merkez" devletler tarafından çok ciddi biçimde káale alınır oldular.
Háttá, "krizden çıkış için ortak davranmaları" istenecek kadar ön plana geçtiler.
Zaten aslında, "zenginler klubü" durumundaki "G-8"den sonra bir de genişletilmiş bir "G-20"yi yaratmak ihtiyacının doğması dahi, bunun en somut göstergesini oluşturuyordu.
***
ÖYLE, zira en önce, küreselleşme dinamiğinden dolayı dünya ekonomisi sonsuz biçimde içiçe geçmiş durumdadır. Kimin eli kimin cebinde, artık belli değildir.
Örneğin, Çin ABD’ye oluk oluk borç vererek Amerikan kamu borcunu finanse ediyor.
Türkiye de AB’de fabrikaları kapanan otomobilleri üreterek yine o AB’ye satıyor.
Sonra, yine o küreselleşme sayesinde, daha düne kadar "atılımda olan" değil mahçup bir "kalkınmakta olan" deyimiyle tanımlanan ülkeler, bugün gerçekten atılıma geçtiler.
Tekrar Çin ve Hint; artı, Kore’den Güney Afrika’ya bir dizi "periferik devlet", eskiden "merkez devletler"in tekelinde olan yüksek teknolojilerde dahi onlara rakip çıkıyor.
Ve işte, "G-20" zirvesi bu olguyu ilk kez böylesine açık açık ve böylesine dobra dobra tescil ettiği içindir ki de, "sol"daki Brezilya’dan "sağ"daki Endonezya’ya, Washington’a gitmiş olan "çevre ülke liderleri" oturumu "tarihi" diye nitelemekten çekinmediler.
***
EVET, söz konusu zirve aldığı kararlarla değil, yaptığı tesbitlerle "tarih"e geçti.
"Merkez"in kaymakta ve "ayaklar"ın tedricen "baş" olmakta olduğunu saptadı.
Bunun "en baş"taki bir ABD başkentinde gerçekleşmesi de ayrı bir tecelli oluşturdu.