1971 yılında vefat eden Falih Rıfkı Atay gerçek anlamda bir ideolog değildir.
Zaten de, örneğin, "İnkıláp Dersleri" adı altında otoriter - korporatist bir Cumhuriyet fikriyátı vaaz eden Recep Peker’in aksine, böyle bir iddiayla ortaya çıkmamıştır.
Ama aynı Atay, gazetecikimliği ve usta kalemi sayesinde, "vülgarizasyon"u, yani o Cumhuriyet İdeolojisi’ni kitleleştirmek bab’ında, en önemli şahsiyetlerinden birisi olmuştur.
* * *
ŞİMDİ ondan yapacağım alıntıyı ise sizlere daha önce de aktarmıştım.
Fakat, "türban" tartışmalarının vardığı son nokta Atay’ın seksen bir yıl önce yaşadığı travmayı hálá yaşadığımızı ispatladığından, bunu yeniden tekrarlamak ihtiyacını hissettim.
Aşağıdaki pasaj, CHP yayın organı durumundaki "Hakimiyet-i Milliye" (ardından "Ulus") gazetesinde tefrika edilen ve sonra "Denizaşırı" adıyla yayınlanan kitapta yer alır.
Yazar burada, 1927 yılında gerçekleştirdiği Brezilya yolculuğunu ve kendisini Rio’ya götüren transatlantikteki maskeli baloyu tasvir etmektedir.
* * *
"GECE bir travesti balosu oldu. Kılıkların en tuhaflarını herkes Şark’tan alıyor.
Bizim daha iki sene evvel bıraktığımız ve kadınlarımızın henüz terk etmedikleri maskara Şark kıyafeti!
Kadınlardan (balodakiler kastediliyor), bizim henüz Şile’de bile rastladığımız esvaplardan giyenler ’Türk gibi’ dedikçe, ben hemen atılıyorum.
’Hayır Arap gibi, bizimkiler şimdi sizden farksızlar’ diyorum".
Şimdi, bu alıntıdan sonra hemen bir diğerine geçiyorum.
* * *
BÜYÜK komünist şair Nazım Hikmet Ran da, Falih Rıfkı Atay’dan iki yıl önce yazmış olduğu "Piyer Loti" şiirinde şöyle der:
İşte frenk şairinin gördüğü Şark! / İşte dakikada 1.000.000 basılan kitapların Şark’ı! / Lákin / Ne dün / Ne bugün / Ne yarın / Böyle bir şark yoktu, / Olmayacak!"
* * *
ŞİMDİ dikkat, zira farklı biçimde ifade etseler dahi, tıpkı Jakoben ve aydınlanmacı Cumhuriyet İdeolojisi’ni benimsemiş Atay gibi, onu dahi yeterince Jakoben bulmadığı için komünist ideolojiyi sahiplenen Ran, aslında aynı anda ve aynı kıstaslardan yola çıkıyorlar.
Çünkü bunların her ikisi de derin bilinçaltında yine aynı tragedyayı yaşıyorlar.
Doğu giysilerini "maskara kıyafeti" addeden "Denizaşırı" yazarı ve "esrar, tevekkül, kısmet" diye lánet okuyan "Piyer Loti" şairi, ortak bir travma paylaşıyorlar.
Yani, kültürü ve tarzıyla, alt ve üst yapı olarak Şark’ı ve Şarklılığı reddediyorlar.
Dolayısıyla da, iradi bir biçimde aidiyetini talep ettikleri "öteki" tarafından; yani burada tabii ki Garp tarafından, "ben" ve "Batılı" olarak algılanmak istiyorlar.
Bu yüzden de, baloda şevkle atılarak "Arap gibi, bizimkiler artık sizden farksız" demek ve, "böyle bir Şark yoktu, olmayacak" diye bağırmak ihtiyacını hissediyorlar.
* * *
İŞTE, bugün yeniden çetrefilleşen "türban sorunu" da yukarıdakinin uzantısıdır.
Falih Rıfkı’nın "maskara kıyafet" tanımından seksen bir ve Názım Hikmet’in "böyle bir Şark yoktu, olmayacak" dizesinden seksen üç yıl sonra, toplumumuzun aynı aidiyet travmasını ve aynı kimlik tragedyasını hálá yaşıyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Nedenini, nasılını ve sorunun muhtemel çözümünü yarın işleyeceğim.