Paylaş
Çünkü, o askerlik sanatının kriterlerini bilmezsek, ne biz siviller üniformalı kaygıların derinine vakıf olabiliriz, ne de onları savaşsız bir çözüm alternatifine ikna edebiliriz.
Dolayısıyla, dünya harp akademilerinde öğretilen genel savaş teorilerinden başlayalım.
* * *
BU teorilerin modern tarihteki dâhisi addedilen Carl von Clausewitz, o ünlü “Savaşa Dair” başyapıtında, bütün savaşları, “siyasetin şiddet yoluyla sürdürülmesi” diye tanımlar.
Başka bir deyişle, “militer” yöntem “politik” amaca ulaşmak için bir araçtır.
Sonra, Prusyalı general her savaşın mutlaka üç “stratejik hedef” güttüğünü zikreder.
Bir; düşmanın silahlı kuvvetini ezerek onu yenmek. İki; hasım ordunun telef askeri güçlerini ve diğer kaynaklarını ele geçirmek. Ve nihayet üç; kamuoyunu kazanmak.
Şimdi, teoriyi TSK ile PKK arasındaki “düşük yoğunluklu savaş”a projekte edelim.
* * *
HER şeyden önce, von Clausewitz’in “savaş, siyasetin şiddet yoluyla sürdürülmesidir” ilkesi burada da bütün doğruluğunu koruyor. Tek milimlik bir yanlış yok!
Şöyle ki, amacı ister Türkiye’yi bölmek, ister Kürt kimliğini resmileştirmek, isterse detarlaya pırasa dikmek olsun, hiç şüphesiz ki PKK da en baştan beri “politik” hedef güdüyor.
Ancak, bunu siyasi arenada başaramadığı veya başaramayacağını bildiği ölçüde şiddete başvuruyor. “Politik” hedefine “militer” yöntemle ulaşmayı hedefliyor.
Ve aynı şey, “hasım taraf” (!) durumundaki TSK açısından da geçerlilik arzediyor.
PKK’nın o “politik” amacına “anti” olan fakat tabii ki yine siyasi hedef taşıyan Türkiye Cumhuriyeti, bu defa bizzat kendi “politik” eksenini “militer” zemine yansıtıyor.
Hemen ekleyeyim, burada “ilk saldıran”, “taarruza uğrayan”, “meşru savunmada olan” gibisinden, yorumlamaları öznel ve kıstaslamaları ahlâki tartışmalara girmeyeceğim.
Çünkü, yukarıdaki “askerlik sanatı”nın nesnel, soğuk ve mesafeli lisanını konuşarak mümkün mertebe objektif tahlil yapmaya çalışıyoruz ve şu veya bu hissiyata oynamıyoruz.
* * *
İMDİİ, kabul, çeyrek asırdır yurdumuzda sürmekte olan “düşük yoğunlukta savaş”Car von Clausewitz’in teorik tanımına harfiyen uyuyor. Ancaak, iş o savaşın “stratejik hedeflerine”, yani yukarıda sıraladığım üç ana noktaya gelince, durum derhal çatallaşıyor.
Çünkü bir; ne TSK PKK’nın, ne de PKK TSK’nın “silahlı kuvvetlerini yendi”.
Denge açısından Kürt şiddet örgütünün böyle bir sonuca varması zaten imkansızdı.
Ama, şöyle veya böyle PKK hala faaliyet sürdürdüğüne göre, indirdiği bütün ölümcül darbelere rağmen Türk Ordusu da Prusyalı generalin “ezmek” dediği sonuca ulaşamadı.
Dolayısıyla, “hasım ordunun telef askeri askeri güçlerini ve diğer kaynaklarını ele geçirmek” olarak tanımlanan ikinci hedef de otomatik olarak gündemden düşmüş oldu.
“Kamuoyunu kazanmak”ya tekabül eden üçüncü hedef ise tartışmaya açık duruyor.
O halde?
* * *
O haldesi şu ki, Napolyon muharebelerine katılmış bir general olan Clausewitz’in 19. asrın ve 20. yüzyılın ilk yarısındaki topyekûn arbede dönemlerine ilişkin bu “savaş teorisi”, siyaset - şiddet ilişkisi ve genel militer ilkeler hariç, çağımızda erozyona uğradı. Eksik kalıyor.
Çünkü, kolonyal ve asimetrik savaşlarla birlikte bizzat o “üç stratejik hedef” değişti!
Dolayısıyla da, Prusyalı komutanın öğretisi, yukarıdaki “düşük yoğunluklu savaş”ın satrançtaki “pat” beraberliğini andıran bugünkü TSK ? PKK çıkmazını açıklamaya yetmiyor.
Ama “askerlik sanatı” yeni duruma uygun yeni teoriler de üretti ki, yarın geleceğim.
Paylaş