Aşk ve nefret objesi olarak silah (II)

BİZ silahı seven bir ulusuz. Göçebe kültür mirası, muhtemelen de her zaman sevdik.

Haberin Devamı

Çünkü unutmayalım, “at, avrat, silah” sözünü kutsallaştırmış bir kavmin uzantısıyız.
Nitekim “Flinta gibi delikanlı” övgüsünden “at Martini Debreli Hasan” türküsüne, tüfek markalarını bile günlük lisanda metafor ve referans olarak kullanmaya devam ediyoruz.
Dolayısıyla, “silaha tapınma”yı daima baş tacı etmiş olduğumuzu ve “ordu millet” kavramının arkasında da bu şartlanmanın yattığını söylersek yanlışa düşmüş sayılmayız.

ANCAK mazoşist davranıp kendimize de haksızlık etmeyelim.
Aynı “silah fetişizm”inden muzdarip, tek kavim, tek ulus, tek toplum sırf biz değiliz.
Himalaya yaylalarından Arjantin pampalarına yahut Yemen çöllerinden Sibirya taygalarına uzanan çok geniş bir coğrafyada da bizimle ortak “aşk” paylaşan insanlar yaşıyor.
Fakat dikkat edersek, bunların hepsinde yine ortak öğeler belirleyicilik taşıyor.

Haberin Devamı

BİR; söz konusu ülkelerde, bazen de bölgelerde hukuk devleti oturaklaşmamıştır.
Böylesine yasal ve cebri bir otorite yoksunluğu ise korunma ve cezalandırma hakkını ister istemez “bileği güçlü olana” bırakıyor. O bilek de hançere, piştova, mavzere uzanıyor.
İki; bu insan gruplarının hemen hepsi göçebe veya yarı-göçebe ekonomide yaşıyorlar.
Her halükarda, kurtla, kuşla, vahşiyle haşır neşir bir tabiatta silaha ihtiyaç duyuyorlar.
Nihayet üç; bütün bunlar genel olarak kapitalizm öncesi toplumlara özgüdür.
Ve buralarda da esas itibariyle feodal ve pederşahi gelenek ve kalıntılar hüküm sürer.
Dolayısıyla, sittin sene “ileride” (!) olan bizler dahi “at, avrat, silah” sözünü hâlâ dil pelesengi yapıyorsak, onların “silah kutması”nı da haydi haydi doğal karşılamak gerekir.
Peki de, ilk bakışta yukarıdaki kategorilerin tam zıddını yansıtmasına rağmen ABD’ nin silah edinmekte en “özgür” (!), en laçka, en kolaycı ülke olmasını nasıl açıklayacağız?

ÖYLE, zira malûm o ABD Anayasası’nda “silah mülkiyetine sahip olmak yurttaş hakkıdır” diye kapı gibi bir madde vardır ki, buna dokunmaya kalkışan anında “çarpılır” (!).
Her kim ki seri katilleri, cinayet istatistiklerini, katliam verilerini ortaya koyarak yukarıdaki “hak ve özgürlüğü” (!) bir nebzecik kısıtlamak istiyor, Amerikan toplumun belki azınlık, fakat her halükarda “azılı azınlık” bir bölümü “no dedik” ayaklanıverir.
Sağ belinde “Browning” otomatik, sol belinde “Ruger” altıpatlar taşıyan Teksas çiftçisinden, kendi kendine gelin güvey olup köşedeki dükkândan aldığı “Colt” mitralyözle “block”taki binaları “junkie” esrarkeşlerden “temizlemeye” karar veren Seatle meczubuna; ve tabii en önemlisi de, süpermarket reyonlarında bile ağır makinalı tüfekleri “sales” etiketli iskontoyla satan sayısız silah firmasının lobilerine,  bütün “silahşörler” etrafı vaveylaya verir.

Haberin Devamı

HEM kuruluş felsefesinden, hem de “ultra bireycilik” anlayışından kaynaklanan bu “Amerikan istisnası”nın detayına girmeyeceğim. Ama Hasan Cemal’le birlikte Baba Bush’un Konvansiyonu’nu izlemek için Houston’a gittiğimizde o lobilerin seçimlerde ne denli etkin ve faal olduğunu kendi gözlerimizle görmüştük de, ikimizin de hayretten nutku tutulmuştu.
İşte şimdi Türkiye’de tezgâhlanmaya çalışan yeni “silah liberalleşmesi”(!) yasasının arka planında da yukarıdaki türden bir lobicilik, yani işin esasında bir çıkarcılık yatıyor.
Oysa dünyadaki bütün istatistikler, silah denetimi ne kadar sıkı tutulursa cinayet ve darp olaylarının da o kadar azaldığını kesinkes ortaya koyuyor. Bunun tevili, lamı cimi yok!
Üstelik “at, avrat, silah” kültüründen tam kopamamış ülkemizin Amerikanvariliğe özenerek ölüm aletlerinde de “ultra liberalleşmeye” gitmek gibi bir lüksü hiç mi hiç yok!
Evet, bir obje olarak silah sevilebilir, fakat işlev olarak silahtan ancak nefret edilebilir!

Yazarın Tüm Yazıları