SİVİL demokrasi için mücadele tabii ki askeri vesayete karşı mücadeleyi de kapsıyor.
Hatta düne kadar başı çekiyordu. Zaten tersi tahayyül dahi edilemezdi ve edilemez. Ancak Türkiye’de hüküm sürmüş olan yukarıdaki vesayet yalnız o askerin paşa gönlüne ve garnizonun öznel iradesine bağlanamaz. Yani sebep ? sonuç ilişkisindeki kışla bir sonuçtur ama illâ “sebep” değildir. “Apoletsiz general” denilen ve TSK ekseninde politika yapan habis bir sivil kesimin de en az o kışla kadar, hatta daha fazla sorumluluk taşıdığını mutlaka vurgulamak gerekiyor.
ŞÖYLE ki, “eyvah, ordu kağıttan kaplanmış” diye hüngür hüngür ağlayan şu CHP Başkan Yardımcısı’nın da dâhil bulunduğu siyasetçi tipi, yakın tarihimizde hep mevcut oldu. Zaten de onlar her darbeye ve her müdahaleye alesta bekleyen kadro tahsis ettiler. Fakat daha ötesi ve daha vahimi, tıpkı şimdiki Batum gibi kâh serzenişli çağrışımla, kâh açık açık bizzat böylesine darbe ve müdahalelere yaldızlı davetiye yolladılar Bu gelenek ta Turhan Fevzioğlu’nun GP’siyle başlar. 12 Mart Nihat Erim’ini ve 12 Eylül Coşkun Kırca’sına değdikten sonra da işte bugünün Süheyl Batum’una uzanır. Ve tabii hatırlatmak gerekiyor ki söz konusu şahsiyet, politikacı ve kadroların ezici çoğunluğu köken itibariyle yine altı oklu partisinin rahle-i tedrisatından geçmiştir.
YUKARIDAKİ “apoletsiz generaller”in projesi öz itibariyle laisist ve modernisttir. Fakat özünde yekpâre bütün olan bu modernliğin, yalnız tek bir boyutunu benimserler. Çoğulcu demokrasiyi, serbestçi sekülerliği ve adem-i merkeziyetçi sivilliği es geçerler. Böylesine bir sakatlık da onların toplumsal destek ve dayanağını asgariye indirger. Nitekim kendilerini “sivil general” (!) addetmelerine rağmen rütbenin üniformalısına gereksinim duymaları da tam buradan kaynaklanır. Destek yoksunluğu projeyi cebren uygulayacak bir güce yani orduya ihtiyaç doğurur. Yüksek hâkim 28 Şubatçıları ayakta alkışlar. Gazeteci de paşalarına darbe gazı verir. Üstelik kendilerini “seçkin”, “krema”, “Beyaz Türk” falan diye tanımlasalar bile sözünü ettiğim Kırca gibi çok nadir ve çok pırıltılı istisnalar hariç ortalama gayet vasattır. Entelektüel seviye vülgarizasyon kitabıyla, hayat gustosu da rakı şişesiyle sınırlı kalır. En eliti şarap modasına uyar. Tınısı için değil ideolojisi için Fazıl Say konserine gider. Zaten hedefledikleri şey de böyle bir vasatlığı genel kılacak mediyokrasi sistemidir.
ÖTE yandan, yukarıdakiler modernliğin Batı’yla bütünleştiğini tabii ki biliyorlar. Nitekim söz konusu Batı, ülkemizdeki askeri vesayetlerin sırtını sıvazladığı müddetçe hemen hepsi daima “Batıcı”, hatta “Amerikancı” çehre sergilediler. Aralarından su sızmadı. Ama ne vakit ki Soğuk Savaş bitti ve vesayetlere cevaz gelmez oldu, külâhlar değişildi. Apoletlileri gibi “apoletsiz generaller” de “titre ve kendine dön” rotasına girdiler. Küresel dönüşüm onların da ayrıcalığını sarstığı içindir ki, ağzında “emperyalizm” kelimesini bile dolandıran şimdiki Süheyl Batum gibi bu defa keskin “ulusalcı” kesildiler. Nasıl dün Batı modernliğinin demokrasi boyutundan nefret ediyorlardı, bugün aynı nefreti aynı moderniteyle eklemleşmiş Batı’ya karşı bir bütün olarak kusmaya başladılar. El insaf, NATO mensubu ordunun subayı Rusya’yla ittifak kurmaktan dem vurur oldu. Veya ABD burslu profesör “Avrasya seçeneği”ni (!) alternatif diye sunmaya kalkıştı. İşin özü, asker ve sivil, “eski düşüncelerin” insanları “yeni düşüncelerin” dünyasını anlayamadıkları için kaosa savruldular ve o dünyanın, hayatın ve ülkenin marjına düştüler. Oysa kariyer icabı apoletli generaller dahi tekaüt olduğuna göre, “ordu kağıttan kaplanmış” diye ağlaşan “apoletsiz generaller”in emeklilik vakti çoktan geldi ve geçiyor.