Anayasa ve üç tarz-ı siyaset

BAŞLIĞI Akçuralı Yusuf Bey’in 1904 tarihli ünlü makalesinden ödünç aldım. Fakat tabii ki onun gibi pan-Osmanlıcılık, pan-İslamcılık ve pan-Türkçülük analizi yapacak değilim.

Ben burada “üç tarz-ı siyaset” derken Anayasa Reformu taslağı karşısında netleşen üç ayrı tutumu kastediyorum. Esas itibariyle de onları aşağıdaki gibi sıralamak gerekiyor:

BİR; paketi yetersiz bularak “mükemmel”i veya o “mükemmel”e en yakın olanı arzulayan kesim ki, bunu “azamiyetçilik” olarak da adlandırabiliriz.
Ortak bildiri imzalayan ve “sol” söylemleriyle tanınan yaklaşık 200 aydın yukarıdaki kesim içinde yer alıyor. Hatta TÜSİAD’ın bile kısmen aynı cenahla örtüştüğü söylenebilir.
Bu kanat teorik açıdan çok haklı olarak genel bir “toplumsal sözleşme” talep ediyor.
Başta yüzde beş barajının ve milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması olmak üzere, daha demokratik ve daha kapsayıcı bir yaklaşım istiyor.
Ayrıca yargının yürütmenin tasallutu altına girebileceği konusunda da kaygı besliyor.
Ancak yumurta kapıya dayandığında söz konusu “azamiyetçi kesim”in nasıl bir tutum alacağı ve son tahlilde “evet”i mi, “hayır”ı mı seçeceği belirginlik arzetmiyor.
Muhtemeldir ki iş referandum raddesine vardığı takdirde yeni bir ayrışma yaşanacaktır

İKİNCİ “tarz-i siyaset” ise başta Yüksek Yargı ve asker ? sivil bürokrasi olmak üzere “statüko zaptiyesi” dediğimiz köhnelik kurumlarıyla özdeşleşiyor.
Bu organik ve ideolojik oligarşinin politik temsilciliğini de tabii ki CHP üstleniyor.
Ve onların tercihini de daha en baştan beri çok net ve çok katı bir “hayır” belirliyor.
Söz konusu tutum maddenin tabiatına uygundur. Tersini beklemek abesle iştigal eder.
Çünkü mevcut iktidar ağzıyla kuş tutsa ve birinci şıktaki “mükemmel”i sunsa dahi, adı üstünde “statüko zaptiyesi”, işte ancak o statüko sayesinde hükümranlık kurabilenler hiçbir şekilde, hiçbir anayasa değişikliğine yanaşmayacaklardır.
Aksi takdirde bindikleri dalı, diğer bir deyişle varoluşlarının ayaklarını kesmiş olurlar.
Dolayısıyla, onların he diyebileceği tek istisnayı kendi ayrıcalıklarına dokunmayacak ve sürdürdükleri sultaya ilişmeyecek göstermelik bir “rötuş” oluşturabilir.
O halde, binbir dereden su getirerek ve hatta yukarıdaki “azamiyetçi” söylemi bile bir siper olarak kullanarak kısmi reform atılımına “niet” çekmeleri; yani özünde 12 Eylül Anayasası’nı sahiplenmeleri son derece normaldir, zira bu kesim “ümitsiz bir vaka”dır!

“ÜÇ tarz-ı siyaset”in son ayağını ise baştaki “azamiyetçi” talepleri sahiplenmesine rağmen hükümet taslağının her halükarda mevcut Anayasa’dan kat be kat daha iyi olduğunu bilen; dolayısıyla da pragmatik ve gerçekçi davranmayı tercih eden kesim oluşuyor.
Ve benim de yer aldığım bu kesim “esas itibariyle destek” tutumunu benimsiyor.
Ancak dikkat, “esas itibariyle” diye vurguladım. Çünkü hem pakete ilişkin kısmi eleştirellik, hem de daha köklü bir iyileştirme için yapıcı mücadele sürüyor ve sürecek.
Oysa yine de bunlar meselenin özünü değiştirmiyor. Yani iş “evet” mi, “hayır” mı raddesine geldiği takdirde, dobra dobra “evet” diyeceğimiz daha şimdiden kesinlik arzediyor.
Zira, tamam ortada yaklaşım olarak bir “üç tarz-ı siyaset” var ama 12 Eylül Anayasası mı, yoksa eksik bile olsa yine de daha özgürlükçü, daha katılımcı bir anayasa mı sorusu sorulduğunda, üçüncü bir alternatif, üçüncü bir yanıt, üçüncü bir şık yok!
Ya binbir kulp takıp ve değişimi yine çıkmaz ayın son çarşambasına bırakıp militarist ve jürist bir oligarşinin sultası altında yaşamayı seçeceğiz; ya da o “mükemmel”e ulaşmak için önemli bir aşama olarak kabul edip, daha sivil ve daha demokratik bir adım atacağız.
Hayır, burada “üç” değil sadece “iki tarz-ı siyaset” arasında seçim yapacağız.
Yazarın Tüm Yazıları