EN azından Machiavelli’nin 16. yüzyılda kaleme aldığı "Prens"ten beri biliyoruz ki, siyaset ancak "mümkün olan"ın çerçevesinde hayata geçebilir. Hayalciliğe prim vermez.
Buradaki "mümkün olan" deyimiyle, toplumsal eğilimlerin, önyargıların, inançların, vs.nin; artı, iç ve dış dinamiklerin yarattığı konjonktürel dengelerin bütününü kastediyoruz.
O halde demek ki, politika arenasında aktör olmayı amaçlayan herhangi bir kişi, fikir, akım veya teori açısından bakıldığında, mükemmeliyetçiliğe ve azámiyetçiliğe yer yoktur.
Yani kim ki sahneye çıkıyor, oportünist ilkesizliğe kaymadan, fakat elástiki bir pragmatizmi de elden bırakmadan, tercihler yapmak ve "realpolitik" davranmak zorundadır.
Ve yine kim ki sütten çıkmış ak kaşık kalacağım diye o "mümkün olan"ı reddediyor, eh mirasyedilikten kalma lüksünü doya doya harcasın!
Oysa "Liberal" diye adlandırılan Türkiye özgürlükçülerinin bu lüksü yok ve olamaz.
***
YOK ve olamaz, çünkü en önce, aynı özgürlükçüler olarak kendimizi kandırmayalım.
Evrensel anlamdaki demokratik, sivil ve laik bir projeyi sahiplenen o liberallerin, bağımsız ve organik bir yapı şeklinde politikaya damga vurması, yakın bir ihtimal değildir.
Nitekim de, heyhat ki heyhat, "Yeni Demokrasi Hareketi" tecrübesi ortadadır.
Oysa bu "marjinallik" hedefin de marjinal olduğu anlamına gelmez. Gelmektedir.
Aksine, dünyanın ve Türkiye’nin "esas rota"sı söz konusu proje doğrultusundadır.
Fakat buna rağmen özgürlükçülerin yine de dişe dokunurbir odak oluşturamaması, burada ayrıntısına girmeyeceğim çok çeşitli sosyolojik nedenlerden kaynaklanmaktadır.
Her halükarda, madem ki, liberaller fikri açıdan bir "siyaset aktörü"ne dönüşmek iddiasındadırlar, bu takdirde kızoğlan kız bakire arayarak yukarıdaki "lüks"e gark olamazlar.
Dolayısıyla, öz güçleri proje uygulamasına yetmediği için, Machiavelli’nin tanımladığı o "mümkün olan" çerçevesinde, pragmatik ve realpolitiktercihler yapmak zorundadırlar.
Ve tabiatıyla da, söz konusu tercihlerin, kendi hedeflerine en yakın gördükleri ve en çok etkileyebileceklerini düşündükleri politik odaklardan yana olması kaçınılmazdır.
***
ANCAK burada dikkat, bin defa dikkat!
Söz konusu tercihzamanda ve mekánda sınırlıdır. Elástikidir. Bağlayıcılığı yoktur.
Her olayda ve her gelişmede, değerlendirmeye göre değişebilir. Zıddına dönüşebilir.
Tamam, kısmen stratejik bir yön taşır ama yine de esas olarak taktiktir. Geçicidir.
Yani, taraftarlık, yandaşlık ve partizanlık asla söz konusu değildir ve olamaz.
Zira özgürlükçüler yalnız kendi projelerinin taraftarı, yandaşı ve partizanıdır ki, nokta!
***
İMDİİ, yukarıda ilkin, nesnel ve somut bir siyaset platformu olduğunu saptadık.
Sonra, özgürlükçülerin hedeflediği öznel, iradi ve ideal bir projeye değindik.
Nihayetinde de, birincisinin ortamında ikincisine mümkün mertebe yaklaşmak için her defasında tercihler yapmak ve belki bazen de "ehven-i şer"leri seçmek gerekeceğini söyledik.
Pekii, mevcut şartlarda o pragmatik tercih ve reelpolitik seçim kimden yana olacaktır?
***
BU sorunun cevabı diğer bir soruda yatıyor: "Tercih kimden yana olmayacaktır?"
Tabii ki, asla ve asla, "derin egemenler"in bir ucunu "Ergenekon"a vardırdığı ve ebediyen dayatmak istediği statükodan yana olmayacaktır.
Dolayısıyla da, özgürlükçülerin tercihi ve seçimi, asgari demokratik ve laik ilkelere sadık kalmak kaydıyla, kim o egemenlere ve o statükoya daha uzaksa, ondan yana olacaktır.
Yegáne kıstas budur ve bırakın oportünizmi, bu hayati kıstas pragmatik bile değil, günümüz Türkiye’sinde hem siyasi, hem ahlaki, hem de insani açıdan kesinkes il-ke-sel’dir!