"YAPMAK zorunda olduğumuz seçim iyiyle kötü arasında değildir!
Seçim, tercih edilebilir olanla, asla tasavvur edilemeyecek olan arasındadır!".
***
SOĞUK Savaş’ın başladığı 1947yılında telaffuz edilmiş olan bu sözler, 20. yüzyılın ikinci yarısına damga vurmuş olan büyük toplum ve siyasetbilimci Raymon Aron’a aittir.
Çünkü Aron, başta Jean-Paul Sartre ve müritleri olmak üzere, tatlısu "solcusu" (!) Paris "intelligentsia"sı tarafından lánetlenmek ve aforoz edilmek pahasına, dayatan seçimde, "tercih edilebilir olan"ın "Hür Dünya" ve liberal sistem olduğu görüşünü savunmuştur.
Daha Türkçeleştirsek, Fransız sosyolog genel Amerikan paradigmasını o "iyi" olduğu için değil, genel Sovyet paradigmasına oranla "ehven-i şer" olduğu için sahiplenmiştir.
Ve malûm, böylesine soğuk ve nesnel bir gerçekçiliğe "reelpolitik" diyoruz.
***
NİTEKİM de, Stalin katliamları, Macaristan ve Çekoslovakya işgalleri, Vietnam "boat people"leri, Kamboçya soykırımları falan, tarih Raymon Aron’u doğruladı.
Zaten, geçmişte "anti-komünistler köpektir" diye ahkam kesmiş olan Mösyö Sartre son günlerinde nedamet getirdi ve "düşman"ıyla birlikte anti-komünist yürüyüşlere katıldı.
Fakat, hem kel, hem fodul, aynı züppe "intelligentsia" yine de "Aron’la haklı çıkmaktansa Sartre’yla yanılmak evladır" láfını dil pelesengi etmekten utanmadı.
Ne değişir, "tercih edilebilir olan"ın o "tercih edilebilirlik"ini bizzat hayat ispatladı.
***
İŞTE, tüm konjonktürel farklılıklara rağmen, "AKP-liberaller" ilişkisinde, yukarıdaki "reelpolitik" seçim bugün de Türkiye özgürlükçüleri açısından geçerlidir.
Başka bir deyişle, dün belirttiğim gibi, halen iktidar partisinde somutlaşan ama aslında din duyarlılıklı çok geniş bir yelpazeye yayılan siyasi izdüşümler, onlar "iyi" oldukları için değil, şimdiki şartlarda "tercih edilebilir" oldukları için, liberallere daha yakındır.
Çünkü zıttında, Aron’un deyimiyle "asla tasavvur edilemeyecek olan" vardır.
Yani, derin egemenlerin ve statüko zaptiyelerinin dayattığı ezeli paradigma mevcuttur.
Fakat tabii, böylesine ciddi bir hükme vardığım için bana bir dizi yine çok hayati sorunun yöneltilmesi hem meşruluk arz ediyor, hem de zorunluluk oluşturuyor.
O halde şeytanın avukatlığını üstleneyim ve bunları kendi kendime sorayım.
***
HER şeyden önce, bıçak kemiğe mi dayandı ki illá bir seçim yapmak zorunda olalım?
Bazıları bu seçimin gündemde olmadığı veya henüz gelmediği görüşünü taşıyabilir.
Veya, "etik" davrandığını söyleyerek, "kırk katırla, kırk satır arasında bir tercihi reddediyorum" diyerek "tarafsızlığını" (!) ilán edebilir.
Sonra, benim vereceğim "evet, seçim gerekiyor" cevabı ortaya çıktığı takdirde bu defa da, "peki ama, neden AKP’de cismanileşen dini hassasiyetli oluşumlar statükoya oranla daha ’tercih edilebilir olanını’ oluşturuyormuş" diye ikinci bir sorusu eklenebilir.
Üstelik, tahammülsüzlük ve hoşgörüsüzlükle özdeşleşen "siyasi İslam"ın dünya sathındaki şeceresi hiç parlak olmadığından; artı, "hayat tarzı" gibi sonsuz önemli ve sonsuz belirleyici bir faktör devreye girdiğinden, bu sorunun meşruiyeti asla tartışma götürmez.
Dolayısıyla, laik kimlikli pek çok insanın bugün yaptığı gibi, üçüncü bir soru da, "neden o ’tercih edilebilir olan’, hiç olmazsa benim hayat tarzıma ilişmeyen statüko paradigması olmasın" şeklinde formüle edilebilir.
Evet evet, bu soruların hepsi yerden göğe kadar haklı ve meşrudur.
Ama cumartesi günü irdeleyeceğim gibi, m-e-v-c-u-t şartlarda verilecek "reelpolitik" cevaplar, liberal özgürlükçüler için "tercihe şayan" olanın kimliğini değiştirmemektedir.