Paylaş
Bu “haklamak” fiilini, “ekranlara yazdık dilinizce/alçakçadan çeviri İngilizce” mahreçli “hacker” deyiminden yola çıkarak kullanıyorum.
Bilişim lisanında “korsan” anlamına geldiğinden, Ermeni kökenli dergimizin internet sitesine saldıran “milliyetçi-ulusalcı” (!) rezillerin marifeti de aynı terimle adlandırılıyor.
Bunlar Hrant Dink’in katilini portala yerleştirdikten ve caniye övgüler, Ermenilere de tehdit yağdırdıktan sonra o çok bildik Nazi ihtarını yine tekrarlamışlar: “Ya sev, ta terket” !
EYVAH, bu ne bitip tükenmez bir nefrettir! Bu nasıl bir insanlık mahrumiyetidir!
Dolayısıyla, belki o insaniyetçiliği bir nebze aşılar diye dün epey uğraşıp, Fransız edip Louis Aragon’un “Hatırlatmak İçin Mısralar” adlı şiirinin serbest tercümesini yaptım.
Söz konusu şiir işgalcilere karşı mücadele eden ve Fransa’daki muhacir işçilerden oluşan bir direnişçi grubunun Almanlarr tarafından kurşuna dizilmesi üzerine yazılmıştır
Grubun lideri, 1915 “Büyük Felâket”i ertesinde Türkiye’yi çocuk yaşta terketmek zorunda kalan ve Adıyamanlı bir Ermeni yetimi olan Misak Manukyan’dı.
Diğer yirmiiki yoldaşıyla birlikte 21 Şubat 1944 günü Paris banliyösünde katledildi.
Ama daha yakalandıklarında, Naziler “öteki” düşmanlığını körüklemek için kırmızı fon üzerine bir afiş basmışlardı. “Teröristler”in (!) yabancı olduğunu vurguladıktan sonra da, tam ortaya yerleştikleri Manukyan’ın fotoğrafı üzerine “Ermeni elebaşı” diye yazmışlardı.
Aragon da aşağıdaki şiiri, Adıyamanlı kahramanın tam ölüme giderken yine Samatya doğumlu karısı Meline Asaduryan’a gönderdiği son mektuptan esinlenerek kaleme almıştı.
* * *
“Ne şan istediniz anınıza, ne de gözyaşı; / Ne matem marşı çalındı size, ne de son nefes duası tütsülendi. / Ve onbir sene, işte kocca bir onbir sene geçti. / Oysa silahlarınızı kullanmıştınız sadece, / Ölüm partizana göz kamaştırmaz, zaten de karşılığı yok payece.
Suretleriniz asılmıştı şehirlerimizin duvarlarına, / Saç sakal bir karış ve kapkara dehşet suratlarınız. / Bir kan lekesine benziyordu o afiş / Çünkü öyle dil döndürülmez lisanlardandı ki adlarınız / Okuyan korkudan titresin arzuluyordu cellâtlarınız.
Aşikâr, kimse sizi Fransız görmek istemiyordu. / Gündüz bakışlar bir yana, afiş diğer yana. / Ama indi miydi karartma gecesinin zifirisi, / Meçhul parmaklar çiziktirdi fotoğraflarınız üzerine: / Biline, onlar FRANSA İÇİN ÖLDÜLER, bu hep böyle biline!
Ve kasvetli sabahlar değişti birden, / Dört yan yeknesak çiğ rengi, / Hani şu Şubat sonu, hani şu son demlerinizin vakti. / Ve biriniz o an konuştu sakin sakin: / Bahtiyar olun hepiniz, bahtiyar olun sağ kalanlar; / Ölürken Alman halkına yok hiç nefretim.
Elveda ezâ ve elveda zevk-ü sefa. Elveda güller. / Sizlere de elveda hayat, ışık ve rüzgâr. / Ve de sen, evlen benim can-ı canânım. Mutlu ol ve sıkça düşün beni / Sen ki şeylerin güzelliğinde kalmayı sürdüreceksin, / Bunlar bittiğinde Erivan’da güleceksin.
Tepeyi kocaman bir kış güneşi yıkıyor. / Meğer ne güzelmiş tabiat, ne yufkaymış yüreğim. / Ama hak yerini bulacak muzaffer adımlarımızın ardından / Oy Meline’m, oy yavuklum, oy öksüzüm; / Derim ki sana yaşa; yaşa ve bir çocuk doğur kasıklarından.
Yirmiüçtüler. Yirmiüç kişiydiler tüfekler çiçek açtığında. / Yirmiüçler kalplerini vakti gelmeden verdiler. / Onlar yirmiüç yabancıydılar,oysa kardeşimizdiler. / Yirmiüç hayat aşığı, deli divane aşığı, ölesiye aşığı, / Fransa’yı haykırdılar öperken kara toprağı”
* * *
BİLMEM ki, kendisini kurşuna dizmiş Almanlara bile nefret beslemeyen Adıyamanlı yiğidimiz Misak Manukyan’ın insaniyetçiliğine ithaf bu şiir, “Agos”u “haklayan” o “ya sev, ya terket”çi hasta beyinlerdeki nefret içgüdüsünü bir nebze insanileştirmeye yetecek mi?
Paylaş