Acaba ihtiyarlamak fiilinden ötürü mü iki seksen yere uzanıp kolumu çıkarttım?
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Sakatlığımın hekim dilindeki tanımı ‘lüksasyon’ hakkında ayrıntılı bilgi edinmek amacıyla internete bağlandım. Temel sorum şu: hem aptalca düşmem; hem de kolumun yerinden çıkması acaba yaşlılıktan mı kaynaklanıyor?
KOLUM çıktı! Üstelik de sağ kolum çıktı.
Çünkü, düştüm!
Soğuk ve katı bir kadavraymışçasına, kaldırımın üzerine iki seksen uzandım.
Sabah, her zamanki güzergáhı izleyerek her zamanki kahveye gidiyordum ki, aniden yüzükoyun yere kapaklandım.
Lanetli güz yapraklarında kaydım ve dehşet acılarla kendimi satıhta buldum.
Paul Verlaine’in ‘Sonbahar kemanının uzun hıçkırıkları / Yaralar kalbimi hep yeknesak ayrılıkları’ dediği şiir artık benim indimde ‘Sonbahar mevsiminin kel ağaçları / Çıkartır kolumu hep mendebur yaprakları’ gibisinden bir şeye dönüştü.
*
SONRA, zar zor tek başıma kalkabildiysem de sağ kolumu bir milimetrecik dahi oynatabilmek ne kelime, sokağın ortasında avaz avaz bağıracağım.
Başkalarından medet ummayı zahir ‘onur’uma yediremediğimden de yegáne çare olarak, bulunduğum yerin adresini verip, cep telefonuyla ambulans çağırdım.
Şansım yaver gitti ve cumartesi trafik sıkışıklığı olmadığından, cankurtaran canhıraş feryatlar içinde çabucak geldi. Yine çabucak, beni acil servise yetiştirdi.
Yine talihim varmış, acılar içinde kıvranırken, stajyer nöbetçi doktorlara kendimi nasıl emanet edebilirim ki diye kara kara düşünmeye vakit kalmadı.
Tam o sırada, hastanenin baş ortopedisti bir gün önce cerrahi operasyona tábi tuttuğu birisine bakmak için servisine çıkıyormuş ki, tesadüfen beni gördü.
MÜTHİŞ sancı bir yana, Çince bir ‘lüksasyon’ ve ürpertici bir ‘ameliyathane’ kelimeleri işitince, tabii şafak bende çok fena halde attı.
Üstelik, sözümona röntgen uzmanı hatun sanki karpuz sergisinde topatan seçiyormuşçasına, makine önünde oramı buramı sonsuz hoyrat biçimde itekleyip basbas bağırtınca, bu defa da kafamın tası defa beter biçimde attı.
Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Hademeler beni tekrar sedyeye yatırıp ameliyathaneye çıkartmak için asansöre doğru götürürlerken bile, hatuna, ‘Senden röntgenci değil, ancak morgda cenaze levazımatçısı olur’ diye laf yetiştiyordum.
*
BU kez çok itinalı bir hemşirenin damarıma batırdığı iğne, ‘gayet hafif bir narkoz vereceğim’ diyen öteki doktorun maskeyi bağlaması, sonrasını bilmiyorum.
Uyandığımda artık acım yoktu, fakat sağ kolum askıyla boynuma asılmıştı.
En ufak bir bulantı veya baygınlık hissetmediğimden de, ilk otomatik refleksim saate bakmak oldu.
İnanılmayacak şey, röntgen odasından beri topu topu on beş dakika geçmiş.
Demek her şey bir çeyrekte yoluna girdiğine göre, omuz iliğinden çıkmış kol ‘lüksasyon’um için ödlekliğe kapılmanın alemi yokmuş.
İşte çabucak bitti ve de şükürler olsun !
*
DEREYİ görmeden paçayı sıvamak diye buna derler, hiç mi hiç öyle değilmiş.
Bir müddet sonra doktor bey yanıma geldi ve hafiften anatomi morfoloji dersi vererek durumu izah etti ki, daha en az üç hafta kolum böyle askıda kalacak.
Ardından da mutlaka uzun bir fizik tedavisi yapılacakmış.
Fakat buna rağmen, yine de kolumun tekrar çıkmayacağına dair garanti yok! Çünkü bir kez vuku buldu muydu, yinelenme ihtimali çok yüksekmiş.
Dolayısıyla, üçüncü defadan itibaren nihai çare olarak, bu kez öyle yalancıktan narkozla falan değil, ameliyat masasının üzerine belki saatlerce uzanıp, ciddi bir cerrahi müdaheleyle eklemi vidalamak gerekecekmiş.
Haydaa, bir bu eksikti! Zaten yanağımın içi tabanca çiftesi dolu, şimdi bir de omuzdan perçinlenirsem, demek artık tam bir madeni robotluğa terfi edeceğim!
Doktor en sonra, ‘birazdan çok ağrıyacak’ diye sancı kesici iláç reçetesi yazdı; üç hafta ertesi için randevu verdi ve, ‘Aman aman, kolunuzu hiç oynatmayın ve askıdan asla çıkartmayın’ diyerek bendenizi ‘taburcu etti’.
*
HASTANEDEN azat olmuş olmanın sevinciyle dışarı çıkıp taksiye doğru yürürken, sol kolumla zar zor cigaramı yaktım ama, doktorun bütün söylediklerine ek olarak, bir de beni bekleyen yeni günlük hayatın pratik vehámeti dank etti.
Şimdi neyleyeceğim?
Ahmak ahmak düşmemden dolayı mecazi ‘salaklığım’ zaten bir yana, ben bir de gerçek anlamda salağımdır. Sol kolumla ve sol elimle hiçbir şey beceremem.
Hadi, giyinmeyi, yıkanmayı, falanı, filanı yalap şalap idare ettim diyelim ama, herhalde en az üç hafta ense kaşıyamayacağıma göre, yazıları nasıl yazacağım?
Bilgisayarın klavyesini ve faresini ne tür bir yöntemle kullanacağım?
*
VE, ‘sakar peder beyin vukuat’ını ‘müjdelemek’ (!) için takside kızıma ve oğullarıma telefon edip; kısa bir molayla da nöbetçi eczaneden sancı kesici ilacımı aldıktan sonra, hanemden içeri girdiğim an derhal o bilgisayara saldırdım.
Geçici olacağını ümit ettiğim sakatlığımın hekim dilindeki tanımı ‘lüksasyon’ hakkında ayrıntılı bilgi edinmek amacıyla hemen internete bağlandım.
Esas ve temel sorum şu: hem aptalca düşmem; hem de kolumun yerinden çıkması acaba yaşlılıktan mı kaynaklanıyor?
Zira unutmayın, geçen hafta ‘gençlik fetişizmi’ konusunu işlemiş ve temayı bu pazar, Herman Hesse’nin ‘İhtiyarlığa Övgü’ kitabıyla sürdüreceğimi söylemiştim.
Övgüsü batsın, acep işte o ihtiyarlamak fiilinden dolayı mıdır ki iki seksen yere uzandım ve kolumu, ana rahmine düştüğümden beri bulunduğu yuvadan çıkarttım?
Konu gelecek pazar da sorgulanmaya değecek kadar çoook önemli.