Paylaş
Ferai Tınç dünkü ‘Dipnot’ta hükümetteki DSP cihetinin ‘Avrupa defterini kapatırız’ restleşmesini değerlendirirken şu mükemmel saptamayı yapıyordu:
‘Bu taktik korkutsa korkutsa, demokratik, insan haklarına saygılı, komşularıyla iyi geçinen ve istikrarlı bir Türkiye isteyen Türkleri korkutur’.
* * *
YÜZDE bin doğru, böylesine bir misilleme tehdidi yalnız bizleri ürpertir.
AB ile köprülerin atılması ihtimali, Gümrük Birliğini ve tam üyeliği bir ekonomik bütünleşmeden ziyade bir siyaset kültürü hedefi ve bir hayat tarzı perspektifi olarak algılayan biz Türkiye demokratlarına dehşet verir.
Zaten veriyor da...
* * *
VERİYOR, çünkü dış politikada öz itibariyle RP'yle aynı akortsuz kavalı üfleyen ve aynı boş hayalperestliği sürdüren Bülent Ecevit'in ‘Üçüncü Dünyacı’ belagati, ülkemizi yalnızlık çoğrafyalarına sürüklemek tehlikesini içeriyor.
Baksanıza, AB'ye alternatif olarak, garip bir mantıkla hem ABD, hem Çin; hem Hint, hem Afrika gösteriliyor. Bol keseden ve işkembe-i kübradan atlıyor.
‘Kafamızı kızdırmayın, bunlara gideriz ha !’ demeye getiriliyor.
Hükümetin DSP kanadı, tıpkı Çiller'in taktik olarak uygulamaya çalıştığı ve yüzüne gözüne bulaştırdığı NATO'daki veto şantajı gibi, bu defa daha üst düzeyde ve stratejik bağlamda bir dış siyaset şantajını gündeme getiriyor.
* * *
HAYIR, ne ABD, ne Hint, ne Çin, ne de Maçin AB'nin alternatifi olabilir.
Zira her şeyden önce, Avrupa, bizim Tanzimat'tan bu yana süren çağdaşlaşma atılımımızda toplumsal ütopya işlevi görmektedir. Motor rol üstlenmektedir.
Amerika ve Asya'nın kollektif hafızamızaki yeri yok denecek kadar azdır.
Kaldı ki, velev ki ‘hasta adam’ diye nitelense dahi, mirasçısı olduğumuz Büyük İmparatorluk daima yukarıdaki kıtanın aidiyetini taşımıştır.
Kurtuluş Savaşımız ise bizi aynı kıtadan dışlamak isteyen güçlere karşı muzafferiyetimizi taçlandırmıştır. Mevcudiyetimizi söke söke tescil etmiştir.
Öte yandan, zaten çoğrafya itibariyle uzak olan Amerikalar ve Asyalar Ortak Pazar türü bir siyasi - iktisadi yapılandırma gerçekleştirmemiştir.
NAFTA veya ASEAN ülkeleri AB değildir ve onların nihai hedefi sınırlıdır.
Avrupa için sebatlı davranmak ise söz konusu ülkeleri ıskalamak anlamına gelmemektedir. Tabii ki bütün yeryüreyle ilişkileri pekiştirmek gerekmektedir.
Ama, AB'ye karşı Amerika kartını oynamaktan dem vurmak Türkiye'nin tamamen Washington'a ‘gebe kalmasını’ getirecektir. Eli maşalı zaptiyeliği de içerecek bu tehlike özellikle Ortadoğu'daki devlet çıkarlarımızla bağdaşmayacaktır.
Zaten, hem ABD'ye yaranmak, hem Saddam'la flört etmek mümkün değildir.
Böylesine çelişkili dış politika ‘cevherleri’ ancak Ecevit'e aittir.
* * *
DİĞER taraftan, yukarıdaki şantajcı yaklaşım, sanıldığının tersine Brüksel nezdinde de bize prim toplatmayacaktır. Birleşik Amerika'yla çıkar çelişkileri olan AB başkentleri, Alman Şansölye Kohl'ün açıkça ifade ettiği gibi, Beyaz Saray'ın ‘telkinci’ baskılarından bıkmıştır. Washington'u devreye sokmaya çalışan her girişim artık Ortak Pazar'da yoğun tepkiyle karşılanmaktadır.
Her halükarda, aynı Ortak Pazar Türkiye'nin ‘Avrupa defterini kapatmak’ restinden korkmamaktadır. Poker masasında kare ası kağıt tutmaktadır.
Tınç'ın dediği gibi, bu restleşme, ‘korkutsa korkutsa, demokratik, insan haklarına saygılı ve istikrarlı bir Türkiye isteyen Türkleri’ korkutmaktadır.
Ama biz korkuya teslim olmayacağız ve AB'den de önce, toplumsal ütopyamızı heba edecek şantajcı restlere karşı floş ruayal argümanlarla karşı duracağız.
Paylaş