ŞÜPHE yok, rakipsiz bir "ultra süper güç" konumuna ulaştığı için "tek tabanca" davranan ve bunu devlet politikasına dönüştüren bir Washington, dünya için hayırlı değildir.
Nitekim, en azından son sekiz yıldır yaşanan süreç bunun somut ispatını sundu.
Dizginleyici olmadığı içindir ki, meydanı boş bulan ve yangına körükle giden Bush’un maceraperest politikaları, ABD’yle insanlığın geri kalan kısmı arasındaki çelişkileri kızıştırdı.
Atlantik’in batı ve Pasifik’in doğu yakaları, okyanusların diğer kıyılardan tecrit oldu.
O halde evet, aynı ABD’yi tabii ki "frenlemek" gerekiyor.
Ama bunun "dış dinamikler" sayesinde gerçekleşmesi uzak bir ihtimali oluşturuyor.
* * *
ÖYLE, zira en önce, başta Gürcistan’ın kısmi işgali olmak üzere, son dönemdeki tüm "efelenmesi"ne rağmen, Putin’li Moskova aslında son derece kaygan bir zeminde bulunuyor.
Rusya’nın ayakları alçıdandır ve hantal cüssesini taşıyamayacak ölçüde koftur.
Nitekim, yaşanmakta olan iktisadi krizin en çok aynı Rusya’yı etkilemesi ve petrol fiyatlarındaki düşüşle birlikte de bu etkinin giderek pekişecek olması, bizim "ulusalcılar" tarafından kurulan rüyanın bir rüya olarak kalmaya mahkum olduğunu tekrar ortaya koyuyor.
1989 öncesindeki "iki süper güç" dengesine dönülmesi ve Kremlin’in ABD’yi dişe dokunur biçimde "dizginlemesi", görünür gelecekte gerçekleşebilecek bir alternatif değildir.
* * *
AYNI durum Çin (ÇHC) için de geçerlidir. Kuşkusuz, Pekin’le ABD arasında kısmi çelişkiler mevcuttur ve Sarı Álem’in siyasi - iktisadi yükselişine paralel olarak da derinleşecektir.
Ama, yine görünür gelecekte, ÇHC Washington’na ciddi bir "süngülü rakip" olamaz.
Tayvan sorunu beklenmedik bir şekilde alevlenmediği müddetçe, zaten fazla önemli bir askeri güçle donanmayan o ÇHC’nin o ABD’yle "zıtlaşması" gündemde değildir.
Artı, zaten pragmatik politikalar uygulayan ve ufkunu Kaliforniya eksenli bir Pasifik havzasına dönen aynı Çin, Birleşik Devletler’le hayati bir "göbek bağı"yla eklemlenmiştir.
Amerikan kamu borcu onun tarafından finanse edilmektedir ve Pekin’in Washington’u "batıracak" ölçüde bir "frenlemeye" gitmesi, maddenin tabiatına aykırı bir gelişme olur.
* * *
ÖTE yandan, Rusya ve Çin bile önemli ölçüde devre dışı kaldıktan sonra, istedikleri kadar ön planda yer almak istesinler, ne AB, ne Hindistan, ne İran, ne Pakistan, ne de Brezilya belirleyici bir "dış dinamik" olarak "ultra süper güç" ABD’yi "dizginleyebilirler".
Bunlar ancak zamanda ve mekánda sınırlı kısmi engel oluşturabilirler.
O halde, nasıl olacak da Birleşik Amerika "hale yola" getirilebilecek?
Uluslararası konjonktür yukarıdaki gibi şekillendiğine ve daha bir süre aynı kalacağına göre, insanlık ilebet, "tek tabanca" bir ABD hükümranlığı altında mı yaşayacak?
Hayır!
* * *
HAYIR, çünkü "ultra süper güç"ün jeo-stratejik konum ve hesaplarını ne denli az etkilerse etkilesin, yukarıdaki "dış dinamikler" bir de "ahlaki" ve "manevi" boyutiçeriyor.
Ve bu boyut da bizzat Birleşik Devletler bünyesinde bir "iç dinamik"e dönüşüyor.
Şöyle ki, nasıl Vietnam savaşında ABD’ye duyulan tepki aslında çok "moralist" olan Amerikan kamuoyunda kendini sorgulamak refleksi yaratmıştı, şimdi de aynısı tekrarlanıyor.
Irak işgaliyle gelen yalnızlaşma ve buna "düştüğü yeri yakan ateş"in de eklenmesi, söz konusu kamuoyundanki sorgulamayı artık gerçek bir "değişim" arzusuyla bütünleştiriyor.
Zaten de, yukarıdaki "iç dinamikler"in o "değişim" rüzgarını yakaladığı içindir ki, Barack Obama bugün gerçekleşecek seçimler arifesinde yüksek farkla favori gözüküyor.
Yeni Amerika’nın yeni dünyadaki muhtemel yerini yarın da işleyeceğim.