Paylaş
Hatırlayacaksınız, çok değil daha iki - üç ay öncesine kadar Alaman Kohl ve Fransız Chirac, en kalantor AB liderleri şu ‘ilk parti’ aday ülkelerin 2000 yılında Topluluk'a üye olacağı yönünde demeç üstüne demeç patlatıyorlardı.
Eğer bu sütunu izliyorsanız yine hatırlayacaksınız, bendeniz ise naçizane, işin din kardeşliği kısmını es geçmeme rağmen makalelerimde ‘atma Recep’ diye bunları makaraya alıyordum.
Genişlemenin kolay gerçekleşemeyeceğini ve Türkiye silkindiği takdirde, mutlaka rötar yapacak treni hala yakalama şansımızın olduğunu vurguluyordum.
Keza aynı şekilde, Halep oradaysa arşiv buradadır, sorun çözümlenmediği müddetçe Kıbrıs Rum Kesimi'nin de AB'ye üye kaydedilmeyeceği tezini savundum.
Ankara'daki kaygıların yersiz olduğunu ve Brüksel'in Rumlarla müzakereye oturmasının Atina'ya yönelik taktik manevradan öteye gitmediğini belirttim.
Buna karşılık, totalitarist ve ‘Üçüncü Dünyacı’ ruhları itibariyle aslında Türkiye'nin Avrupa'yla bütünleşmesini istemeyen ama suret-i haktan gözükmek için de yukarıdaki Topluluk yaklaşımlarının üstüne mal bulmuş Mağribi gibi atlayan bizim bazı rical ve kalemimiz ‘her şey bitti’ diye kıyameti koparttı.
Brüksel'le Gümrük Birliği'nin bile noktalanması için feryat figan etti ve Ada'nın ilhakı konusunda fetva buyurdular.
Ve işte geldik bugüne... Daha doğrusu önceki güne...
* * *
ÇÜNKÜ önceki gün Polonya, Çekya, Macaristan, Slovenya, Estonya ve artı Kıbrıs, ‘ilk parti’ denilen aday ülkelerle diğer on beş Topluluk devleti arasındaki tam üyelik müzakereleri Brüksel'de fiilen başlatıldı.
Fakat o ne ?
Hani yukarıdaki Merkezi ve Doğu Avrupa adayları için 2000 yılında üyelik öngören Almanya'sı, Fransa'sı, falancası, filancası vardı ya, onlar artık tarih telaffuz etmiyorlar. En iyimserleri 2006'dan, 2007'den kapı açıyorlar.
Üstelik, başta bol keseden atmış olan bu Bonn ve Paris şimdi diğerlerinden bile pinti davranıyor. İki ‘ağababa’, Letonya'nın da ‘ilk parti’ye dahil edilmesi için yapılan Komisyon önerisini ellerinin tersiyle geri çeviriyor.
Bunlar, işte para birimiydi, işte bütçe denklemiydi, işte fon dağılımıydı, işte mekanizma yenilemesiydi, hele önce biz kendi işlerimizi hale yola sokalım da aramıza başkasını katmayı ondan sonra düşünürüz demeye getiriyorlar.
Üstüne üstlük, aynı Fransa ve Almanya'ya ek olarak İtalya ve Hollanda'nın da imzaladığı ve yine önceki gün yayınlanan bir deklarasyon Ada sorunu resmen çözümlenmediği takdirde Kıbrıs üyeliğinin gerçekleşemeyeceğini bildirdi.
Atina'yı hiddete boğsa bile dört ülke dilinin altındaki baklayı çıkarttı.
Durum böyle olunca da ‘ilk parti’ müzakereleri serin, hatta soğuk, hatta ve hatta zemheri bir havada başladı. Masa etrafında kutup rüzgarları esti.
Merkezi ve Doğu Avrupa başkentlerinin şıpınişi bir süreçle 2000 yılında AB'ye üye olmak hayalleri fena halde suya düşerken, Güney Kıbrıs'ın böyle bir üyelik perspektifini netleştirme şansı ise çıkmaz ayın son çarşambasına kaldı.
* * *
DOĞRUSU ben yukarıdaki gelişmelere Türkiye vatandaşı olarak bakıyorum ve Ortak Pazar ‘ağababa’larının söz konusu aday devletlere önce gaz verip şimdi geri çark etmesi bu defa işime geliyor. Bunu kendime fırsat addediyorum.
Yeter ki Ankara ricali genişleme sürecinin ‘ilk parti’ için dahi uzamasını değerlendirebilsin ve hem bu şansı kullanarak, hem de ‘Kıbrıs deklarasyonu’nun anlamını kavrayarak üyelik hedefi için ciddi biçimde silkelenebilsin.
Yani Brüksel Komisyonu'nun ‘Türkiye raporu’nda can alıcı halkayı oluşturan demokratikleşme ve sivilleşme taleplerinde evrensel standardı tutturabilsin.
Bu takdirde, yeni üyeleri toplarken mutlaka rötar yapacak olan AB trenine tutunabilmek ve henüz yavaştan hareket eden son vagona atlamak hala mümkündür.
Paylaş