Paylaş
AB Komisyonu'nun ‘genişleme raporu’ Türkiye'nin de Topluluk'a aday ülkeler listesine dahil edilmesi istedi ya, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali, ben şimdiki aşamada hala temkinli davranmayı yeğliyorum.
Rapor her ne kadar çok büyük önem arzetse de, Brüksel kurumunun belgesi son tahlilde tavsiye niteliği taşıyor. Malum, nihai kararı 10 Aralık günü Helsinki'de buluşacak devlet ve hükümet başkanları belirleyecek.
Başka bir deyişle, önümüzdeki iki ay boyunca Ankara'yla Avrupa başkentleri arasında gerçekleşecek temaslar hayati boyut içerecek. Finlandiya'da telaffuz edilecek ‘evet’ veya ‘hayır’ kelimeleri bu sürece bağlı olacak.
Dolayısıyla, dereyi tam görmeden paçaları sıvayıp daha şimdiden düğün bayram havasına girmemekta yarar var...
* * *
AKSİ takdirde, zaten pusuda bekleyen ‘nasyonal cumhuriyetçi’ ‘anti - Batı’ güçler 1997 türü bir hayal kırıklığının tekrarlanmasını fırsat bilecek ve bodoslomadan taarruza geçeceklerdir. Ülkemizi ‘refah ve demokrasi coğrafyası’ndan tamamen kopartmak için ruhi zemin kazanmış olacaklardır.
Ancak Sezar'ın hakkı Sezar'a hemen şunu saptayalım, listeye katmasına rağmen AB Komisyonu'nun Türkiye'ye bir müddet ‘bekleme odasını’ göstermesi, Ankara'daki hükümetin ilk tepkilerini olumsuz yönde etkilemişe benzemektedir.
Başkent'te hakim hava bu ‘bekleme odası’ meselesini dramatize etmeden ‘ben Hatice’ye değil, neticeye bakarım' yönündedir ki, söz konusu yaklaşım akl-ı selim sahibi bir politikayı yansıtmaktadır. En azından üç gündür durum budur.
Çıtayı en yukarıya koyan ve ‘illa benimle de derhal müzakere’ diyen ‘azamiyetçi’ siyasetin belagata dönüştürülmemesi sayesinde, Helsinki'den de aynı doğrultuda bir kararın çıkması ne koalisyonu zor durumda bırakacaktır, ne de kamuoyunda anlamsız bir infiale yol açacaktır.
Yaygara kopartmaya hazır ‘nasyonal cumhuriyetçi’lerin ‘ama bakın hemen görüşmelere başlamıyorlar’ argümanı da sanıldığı kadar rağbet görmeyecektir.
Fakat yukarıda vurguladığım gibi, Finlandiya'daki nihai gelişmeyi önümüzdeki iki ayın temas ve pazarlıkları tayin edecektir.
* * *
EVET, Kıbrıs'tı, Kürt sorunuydu, insan haklarıydı, ekonomik perspektifti, bu temaslarda Türkiye'den bir dizi ‘açılım’ istenecektir.
İlkin şunu kesin bilmeliyiz ki, diğer aday ülkelerden de böylesine şeyler istenmiştir. Halen de istenmektedir! İstenmeye de devam edilecektir...
Nitekim, Slovenya İtalya'yla mevcut Sitirya anlaşmazlığını çözümledikten sonra aday kaydedilmiştir. Macar azınlık meselesi Romanya'nın önüne en başta konulan şart olmuştur. Slovakya ise hem aynı Macar sorunundan, hem de demokratik iklimi tam sağlayamadığından, 1997'deki Lüksemburg zirvesinde bugün biraz Türkiye için olduğu gibi ‘bekleme odası’na alınmıştır.
Bunlar iki yıl öncesinin koşullarıysa, Komisyonu'nun çarşamba günkü raporunda da yeni koşullar birbiri ardına sıralanmaktadır.
İktisadı geçtim, Estonya'nın Rusça kullanımını daha çok serbestleştirmesi; Letonya'nın yine Rus azınlık haklarını pekiştirmesi; Slovakya'nın Çingeneleri kollaması gibi taleplerin yanısıra, aynı Slovakya ve Bulgaristan'ın nükleer santralları kapatmasından tutun da, Romanya'nın öksüz yurtlarına çekiz düzen vermesine kadar bizim ‘nasyonal cumhuriyetçi’leri ‘egemenlik hakkına tecavüz’ diye bas bas bağırtacak şartlar bu devletlere ‘ev ödevi’ olarak sunulmaktadır.
Türkiye'den istenenlerin özünde ötekilerden istenenlerden farkı yoktur.
Ve, AB klubüne başka türlü üye olmak mümkün değildir. Olmayacaktır da !
Bunları beynimize kaydedelim ve ‘taviz’ kompleksine kapılmadan, gelecek iki ayın hayati sürecini yukarıdaki çerçevede değerlendirmeye hazır olalım.
Paylaş