YARIM asırdır zırt pırt darbe veya darbe girişimi yapılıyor ya, dolayısıyla da Türkiye’de siyasete soyunan politika ricalinin daha baştan kelleyi koltuğa aldığı gibi kanaat uyanıyor.
Sakın inanmayın! Yanıltıcıdır. Hatta yalandır. Hem de kuyruklu yalandır! Aksine, militan Kürt siyasetçiler hariç geçmişin politika ricali şimdiye dek daima höt denildiği an tısacak kadar korkak ve ödlek oldu. Etik anlamda da ahlaksız ve ilkesiz davrandı. Bırakın öyle kelleyi falan, serçeparmağını bile koltuğa alan çıkmadı.
ÖYLE, zira hadi 27 Mayıs 1960 ilk emsaldi diyelim ve DP yönetiminin âsi subaylara karşı direnmeyişini -ki eski komitacı Celâl Bayar direnmiştir- anlayışla karşılayalım. Fakat Aydemir’in 21 Mayıs 1963 isyanını radyodan “Tâlât’ın iki buçuk adamı kışlana dön” anonsuyla bastıran İnönü hariç, hiçbir politikacı hiçbir darbeye göğüs germedi. İktidarı ve muhalefetiyle Türkiye siyaset sınıfı anında teslim bayrağı çekti. Evet evet, korkak ve ödlek o Türkiye siyaset sınıfı hem demokratik, hem de insani cesaret babında daima utanç verici bir notla sınıfta kaldı ki, nokta, satırbaşı ve paragraf!
NİTEKİM, yine mi darbe oldu, önce paşa paşa evlerinden toplanmayı beklediler. Sonra da ya tıpış tıpış karantina rezidanslarının ya da mahpusların yolunu tuttular. Kendilerini tutuklamaya gelen askerlere çay ve kurabiye ikram etmedikleri kaldı. Oysa diren be adam! Yürekli ol ve karşı koy! Yelken mayna etme! Tamam, başına miğfer takıp ve eline mitralyöz alıp Şili’nin Salvadore Allende’si gibi kahramanca ölebilecek bir ideale sahip olmadığın için bu yiğitliği zaten senden beklemiyoruz. Fakat ne bileyim ben, mesela hiç olmasa kapıyı açma!
EVET açma ve bırak o kapıyı dipçikle kırsınlar! Bırak kilidi mermiyle parçalasınlar! Sen meşru siyasetçisin, “Haneme tecavüz ediyorsunuz, derhal dışarı çıkın” diyerek ne onların içeri adım atmasını, ne de seni kodese götürmelerini öyle kuzu kuzu kabullen! Bırak eline kelepçe taksınlar. Bırak yerde sürüklesinler. Bırak başına çuval geçirsinler. İki koluna girilmiş durumda cemseye derdest edilirken “Cuntaya hayır” diye haykır! Komşular duyar ve darbeci sansüre rağmen de senin haberin bütün dünyaya yayılır. Bu takdirde adın tarihe, 12 Mart muhtırası verilince “şapkasını alıp giden” veya 28 Şubat postmodern darbesi yapılınca istifa eden gibi utançla yazılmaz. Sivil ve çoğulcu rejimi korumak için direnmiş siyasetçi olarak baş tacı edilirsin.
DAHA ötesi, istihbaratın ve polisin ne güne duruyor, darbe kokusu aldığın an, bindir! Bindiremedin, tehlikeyi kamuoyuyla paylaş. Sivil direniş çağrısı yap. Gizliye saklan. “Kan dökülmesini istemedim” mazeretini de uydurma. Bu riskin sorumlusu, meşru ve legal olan sen değilsin ve olamazsın! Gayrimeşru ve illegal olan darbeciler düşünsün. Oysa diyelim ki, yine de önleyemedin. Fırsat bul, dışarı kaç! Direnişi oradan sürdür! Albaylar Cuntası döneminde Paris sürgünündeyken Yunanistan’ın AB üyeliği için lobi yapmış Karamanlis’i örnek al ve darbecilerin def edileceği günkü dönüşünü oradan hazırla. Fakat çaresiz, kaçamadın. Göz hapsine alındın; kodese, kışlaya, garnizona tıkıldın. Uzlaşma! Ecnebi gazetecisi var, el altı kuryesi var, kürenin dört yanında tanışın var! Bunları kullanarak yine diren ve asla ve asla da, susacak kadar küçülme! Ancak, tabii eğer sen tüm bencilliğinde ve aynen 12 Eylül öncesi yaptığın gibi siyasi intihar tetiğini kendin çekmişsen, bütün bunlara cesaret edecek manda yüreğin olsa kaç yazar? Ne direnişini izleyecek kitle, ne sözünü işitecek kulak, ne de hakkını onaylayacak bir dış dünya bulabilirsin ki, zaten de yarın 12 Eylül 1980’in bu dış konjonktürünü işleyeceğim.