Paylaş
Hangi dağda kurt öldüyse, hani CHP lideri geçen hafta AKP’ye “Gelin şu 12 Eylül’ü yargılayalım” çağrısı yapmıştı ya, ben de bundan hemen sonra kaleme aldığım yazıda söz konusu girişimi tamamen desteklediğimi bildirmiş, fakat ihtiyatı asla elden bırakmamıştım.
Daha en başta ve altını çize çize, “Şayet Baykal samimiyse” şerhini koymuştum.
NİTEKİM, deklarasyonun mürekkebi bile kurumadan her şey berraklık kazandı.
Altı oklu parti önderinin asla ilkesel bir tavır sergilemediği ayan beyan ortaya çıktı.
Meğersem, Deniz Baykal dostlar alışverişte görsün kâbilinden yaptığı çıkışla, kendisinin üstadı olduğu klasik “politikacı manevraları”ndan birini daha gerçekleştirmiş.
Çünkü, CHP liderinin “Gelin 12 Eylül’ü yargılayalım” sözüyle, başta bugün halen geçerli vesayet anayasası, 1980 Cuntası’nın Türkiye dayatmış olduğu yarı-otoritarist, yarı-militarist rejim paradigmasını değiştirmek ve demokratikleştirmek fikrini kastetmemiş.
Belli, bunlar o partinin defterinde mikroskopik bir virgül kadar bile yer tutmuyorlar.
MİKROSKOPİK bir virgül kadar bile tutmuyorlar, zira son gelişmeye de baksanıza.
Bırakın yukarıdaki türden sivil bir girişime öncülük yapmayı, komik mi komik, hâlâ kendine “sosyal demokrat” etiketi vehmeden o CHP, işte ilk fırsatta yine aslına rûcu etti.
Evrensel demokrasilerdeki çok sıradan ve çok cüzi uygulamaya bari bir nebzecik benzesin diye gerçekleştirilen ve askeri mahkeme yetkilerinin kısmen sınırlanmasını öngören yasa karşısında bile, aynı CHP kıyamet kopartmaya başladı. Kışla borazanı çalıyor.
Eh, bundan sonra sen kalk da, tepeden inmecilik zihniyeti genetik formülüne kazınmış böyle bir siyasi parti liderinin “12 Eylül’ü yargılayalım” sözündeki samimiyete inan!
HAA, ama Baykal, zaten doksanını aşmış ve bir ayağı çukura girmiş eski cunta liderinin yargılanmasına zemin hazırlayacak bir değişimi belki gerçekten de istiyor olabilir.
Bu kozmetik yaklaşım beni pek ilgilendirmese bile, sonraki darbecilerin de örtündüğü dokunulmazlık zırhının parçalanması açısından bakıldığında, “sembolik” olarak amenna!
Ancak, nüfusu zaten çok genç bir ülkede 12 Eylül’ü yetişkin olarak yaşamışların oranı düşünülürse, Türkiye halkının ezici çoğunluğunun da konuyu fazla önemsediğini sanmıyorum.
Artı, ben kendi hesabıma, Kemal Karpat’ın “Demokrasi bir hoşgörü ve affetme rejimidir” ilkesine inanıyorum. Çektiklerimizi unuttum, böyle bir affı baştan kabulleniyorum.
Daha önemlisi, geniş kitlelerin darbeyi ilkin “asayiş harekâtı” olarak algıladığını ve dolayısıyla, yine ilkin cidden desteklediğini nesnel bir olgu olarak saptamaktan çekinmiyorum.
Ve işte tüm bunlardan ötürü de, “eski defterlerin açılmasını” gereksiz görüyorum.
Biline ki, şu yaştaki bir Evren’i mahkeme önüne çıkartmak, tıpkı Fransa’daki General Petain vakasında yaşandığı gibi, sahte bir mağdur efsanesi yaratmaktan başka işe yaramaz.
Türkiye’deki sivil demokrasi atılımına da dişe dokunur bir ivme kazandırmaz.
Ancaaaak!
ANCAĞI şu ki, evet, bin defa evet, 12 Eylül mutlaka yar-gı-lan-ma-lı-dır!
Ama buradaki “yargılamak” fiiliyle, Baykal’ın laf olsun diye ortaya attığı türden ve bir ayakları mezarda dolanan şu veya bu şahısların “kişisel yargılaması”ndan söz etmiyorum.
Politiko-ideolojik bütünün; yani yukarı-dakilerinin dayattığı ve yarı-otoritarist - yarı-militarist bir vesayet rejimine cevaz veren 12 Eylül yasallığı’nın, en yüce ulus mahkemesi olan TBMM önünde, o “yasallık”ın demokratikleşmesiyle yargılanmasını kastediyorum.
“Yargılamak” isteyen “samimi” (!) lider mi var, gelsin de tokmağını orada indirsin.
Paylaş