Paylaş
Oysa aksini söylemek, yani “Tabii ki generaller önceden kumpas kurmuştu” diye kestirmeden hüküm vermek, bugün siyaseten durduğum yer açısından çok daha işime gelirdi.
Eh adım “liberal”e(!) çıkmış ya, dolayısıyla demokrat, sivil ve özgürlükçü saflara nefret kusanlar tarafından dahi “beklenen”, “sıradan” ve “olağan” bir yanıt addedilirdi.
LAKİN gerçekler inatçıdır. Nesnel, soğuk ve pek çok defa da acımazdır.
Onları kendi öznel değerlerimizle, temennilerimizle, temayüllerimizle değiştiremeyiz.
Başka bir deyişle, 12 Eylül’ün temsil ettiği her şeyle uzlaşmaz bir çelişki yaşasak bile; artı, onun balyozunu yemiş, işkencesini tatmış, mahpusunu yatmış, sürgününü yaşamış sayısız mağdur arasında yer alsak bile, bütün peşin hükümlerimizden ve bütün intikam ve rövanş duygularımızı arınarak yukarıdaki acımasız ve inatçı gerçeği kabullenmek zorundayız.
Ve o gerçek de şudur ki, özünde bir sonuç olan 12 Eylül’ün sebepleri aynı nesnellikle irdelendiği takdirde, askeri darbe öyle ince elenip sık dokunmuş bir komplo ve tezgâh değildi!
Şimdi konuyu enine boyuna açalım.
BAŞLIKTAKİ soruyu formüle ederken kastettiğim şey şuydu:
TSK’ya veya “derin devlet” denilen yapıya dahil herhangi bir güç sırf müdahaleyi gerçekleştirmek ve darbeyi kamuoyu nezdinde haklı ve meşru kılabilmek için, 11 Eylül 1980 gecesine dek Türkiye’de hüküm sürmüş olan dehşet kaosunu kasten mi kışkırttı?
Diğer bir ifadeyle, idari ve hukuki mekanizmanın çökmesi; asayişin kanın gövdeyi götürdüğü derecede laçkalaşması; ekonominin inanılmaz ölçüde dibe vurması vs., çok önceden ve çok milimetrik biçimde hesaplanmış bir planın “puzzle” parçaları mıydı?
Bunu uygulamak için yazılmış şeytani bir senaryonun paragraflarından mı ibaretti?
Şimdi o şeytanın avukatlığını yapayım ve kendi yanıtımın antitezinden başlayayım.
ÇÜNKÜ aslına bakarsanız, yukarıdaki “Komplo muydu” sorusuna “Evet” dedirtecek ve dolayısıyla da benim “Hayır”ımı ilk bakışta geçersiz kılacak argümanlar tabii ki ibadullah!
İsterseniz, bizzat cunta lideri Kenan Evren’in daha sonra itiraf ettiği “Durum henüz tam olgunlaşmadığı için bir müddet daha beklemeyi tercih ettik” cümlesinden başlayın.
Oradan da, 12 Eylül öncesindeki siyasi intiharın dört baş sorumlusundan biri olan Süleyman Demirel’in “Niçin sıkıyönetim sırasında etrafı sütlimana çevirmediler de müdahaleye kadar oyalandılar” şeklindeki “serzenişine”(!) uzanın.
Artı, yine daha sonra açığa çıkan şu veya bu olaydaki “derin ilişkileri” ekleyin.
Kaldı ki bugünkü “Ergenekon” süreciyle birlikte ortaya dökülen “kirli çamaşırları” leş gibi koktuğuna göre, militarist ve dayatmacı ideolojisi zaten hiç değişmemiş bir TSK bünyesinde bundan otuz yıl önce de aynı dolapların, aynı dalaverelerin, aynı kumpasların çevrilmiş olduğunu varsaymak kadar normal, makul ve mantıki bir yaklaşım olamaz.
Dolayısıyla da, benim “Hayır” cevabımın tam aksine, “12 Eylül bir komplo muydu” sorusuna verilecek “Evet” yanıtlarını doğrulayacak emareler asla yabana atılamaz.
İŞTE gördünüz, kendime karşı şeytanın avukatlığını yaptım. Antitezimi geliştirdim.
Benim “Hayır”ımı geçersiz kılacak “Evet” argümanlarını sıralayarak, 12 Eylül’ün çok önceden hazırlanmış bir “tezgâhlama” olduğuna dair iddiaları doğrulayacak her şeyi saydım.
Fakat tüm bunların aslında neden hiçbir şey ifade etmediğini ve dolayısıyla da otuz yıl önceki darbenin niçin komplo teorileriyle açıklanamayacağını yarınki yazıma bırakıyorum.
Paylaş