Paylaş
Türkiye uzun süredir devam eden kuraklığı tartışırken, Türkiye Halciler Federasyonu Başkanı Yüksel Tavşan, mart ve nisan yağışlarında da sıkıntı olursa meyve ve sebzede olumsuz bir tablo çıkabileceğini söyledi. Meyve ve sebze fiyatlarının artık 2-3 yıl öncesiyle kıyaslanmaması gerektiğini belirten Tavşan, maliyetlerdeki artışa dikkat çekti. Tavşan ile yaptığımız söyleşinin öne çıkanları ise şöyle...
Fotoğraflar: Selahattin SÖNMEZ
*Piyasada işler nasıl?
Mevsim doğası gereği soğuk. Dolayısıyla sera ürünleri ön planda. Meyveler genelde depodan geliyor. Narenciye gibi birtakım meyveler Antalya’dan daldan geliyor. Geri kalanı elmadır, armuttur, nardır hep depodan geliyor. Bir-iki aydır işler ağır; ağır bir piyasa var. Biraz halkın alım gücüyle ilgili ama tabii bir de yaz tatili, okulların açılması falan derken, o dönem biraz daha sakin geçiyor. Halde domates-biber fiyatları 20 TL civarında, tabii kalitesine ve bölgesine göre değişiyor. Burada 20 liraya olan bir ürünün dışarıda 30 lira olması da normal.
BOŞUNA TARTIŞIYORUZ
*O zaman fahiş fiyat çok yok diyebiliriz mi?
Meyve-sebze diğer ürünler gibi değil. Fabrikasyon bir üretim yok, biz tabiata bağımlıyız. En yakın ürün 3-4 aylık bir periyotla üretilebiliyor. O ürün bolsa fiyatı düşük oluyor, yoksa fiyatı yüksek oluyor. Mesela kuru soğan geçen yıl bu vakitler perakendede 1 liraydı. Bu sene 8 lira. Eğer ihracat sınırlaması olmasaydı, yine soğan konuşuyor olurduk. Çünkü geçen yıl çok ucuz olduğu için üretici kaçtı, hava koşulları etkiledi, bir de bazı ülkelerde kuru soğan üretimi düşünce soğan fiyatı arttı.
Soğan örneğinde olduğu gibi aslında bir ürünün üretimiyle-tüketimi arasında makas var mı, haksız kazanç var mı ona bakmak lazım. Ürün azsa fiyatı yükseliyor. Bir de ekonomik gerçekler var. En kötü üründe bile 3-5 lira arası masraf var. Üst üste koyduğunuzda 10 lira maliyeti olan bir ürün hale 15 liraya geliyor. Bunu perakendede 20 liraya satmak çok normal. Boşuna tartışıyoruz. Aslında meyve ve sebze para gibi takip ediliyor. Normal bir sistem içindeyse elmayı kim üretmiş, kaça mâl etmiş, kime götürüyor, bunların hepsini görüyoruz. Hal kayıt sistemimiz var ve bu sistemle sebze-meyve ticareti elektronik ortamda takip ediliyor. Tüketici de ürünün künyesiyle ürünün nerede ve kim tarafından üretildiğini görebiliyor.
SÜREKLİ SUÇLU ARIYORUZ
Türkiye’de üç-beş sektörün özel yasası var. Biz de bu sektörlerden birisiyiz. Bu nedenle diyoruz ki yeni ve özel bir yasaya gerek yok. Sistem var zaten, yeter ki ürünler doğru takip edilsin, burada bir sıkıntı varsa tabii ki müdahale edilsin. Yetki var, gerektiğinde uygulanabilir. Bir ara patates, soğanı tartıştık, bir ara sarımsağı tartıştık, böyle teker teker ürün tartışarak olmuyor. Bir ürünün arzı azsa otomatik olarak pahalılaşıyor. Burada devlet tabii ki üretimi teşvik edecek. Ama onun dışında piyasa genelde işliyor. Bir de bir fiyat karşılaştırması yapılacaksa, aynı ürünün farklı türleri oluyor. Buna da dikkat edilmeli. Genel olarak üreticilerin tedirgin olmadan üretim yapması önemli. Üretici ‘Ben ucuza ürettim, pahalıya satılıyor, ben zarar görüyorum’ dememeli. Bu onu üretimden koparır. Tüketici de ‘Bu ürün aslında ucuz ama ben pahalıya aldım’ psikolojisine girmemeli. Biz sürekli suçlu arıyoruz, o arada piyasa kendi akışında gidiyor.
*Zincir marketlerin rolü ne oluyor bu durumda?
Büyük marketler konusu sürekli gündeme geliyor. Zincir marketleri ben de eleştiriyorum. Ama ben fiyat konusunda değil, başka açılardan eleştiriyorum. Bunların başında rekabet geliyor. Zincir marketler çok hızlı yayılıyorlar ve küçük esnaf eziliyor. Elbette marketler de olmalı ama küçük esnafa da hayat şansı verilmeli. Bu kadar ucu açık olmamalı, olay neredeyse her binanın altında market açılmasına döndü. Bu işin bir kuralı olmalı. Esnafla marketler birbiriyle rekabet edebilmeliler. Bu işin bir tarafı; hızla piyasayı ele geçiriyorlar. Diğer tarafta ise üretimi de ele geçirme riskleri var. Üretimi de ele geçirirlerse istedikleri gibi hareket ederler ve bu tüm sisteme zarar verir. Yoksa çok fazla kazandıklarını düşünmüyorum. Piyasa normal koşullarda bir denge içinde gidiyor. Herkesin atladığı bir unsur var. Sebze-meyve maliyet hesabıyla piyasaya sürülmez. Çünkü meyve-sebzenin ömrü kısa. Sebze-meyve der ki, ‘Sat beni, satmazsan beni, satarım seni.’ Bu çok doğru bakış açısı, çünkü bekledikçe değeri düşer. Ürünün dayanma gücü olmadığı için hızlıca satılmak zorunda. Böyle bir ürünün piyasasında çok alıcı ve satıcının bir arada olduğu bir sistem olmalı. Onun adı da hal. Halde birçok üretici de satıcı da bir arada, pazarlık usulüyle işler yürüyor. Bugün domates 20 lira. Ama yarın kaç lira olacağına yine ürün karar verecek. Mal yoksa ürünün fiyatı yükselecek. Yoksa fiyatı düşecek, temel dinamik bunun üzerinden gidiyor.
MART-NİSANDA KURAKLIK OLURSA ETKİLENİRİZ
*Kuraklık meyve-sebzeyi etkiledi mi?
Mutlaka meyve-sebzeyi etkileyecektir. Çünkü topraksız tarım olabiliyor ama susuz tarım olmuyor. Burada bizim sektörün bir avantajı var. Vahşi sulamadan genel olarak vazgeçtik biz, damla sulama üzerinden yürüyoruz. Bu da su tüketimimizi etkiliyor. Yaz ürünleri için bir risk var. Domates, salatalık, biber gibi... Açıkta üretimi yapılan bu ürünler kuraklıktan etkilenebilir. Genelde bu ürünlerin üretimi mart ve nisanda yapılır. O zamana kadar yağış olması gerekir.
ARTIK FİYATLARI ESKİYLE KIYASLAMAYIN
*Neden artık meyve-sebze çok pahalı?
Şu anda sebze-meyvede dinamik yapıdayız. 60 milyon ton üretimimiz var. Dünyada 4 ile 6’ncı sıra arasında gidip geliyoruz. Üreticimiz bu konuda dinamik. Her ürüne hızla yönelebiliyor ve talebi karşılıyor. Göçmenleri, turistleri derken, aylık 100 milyonluk bir nüfusu doyuruyoruz ve sorun çıkmıyor. Fiyatlar konusunda ise şöyle bir yanlış yapılıyor. Fiyatları birkaç yıl öncesiyle karşılaştırmamak gerekiyor. Doğrusu diğer ürünlerle ve bugünün fiyatlarıyla kıyaslamak. 3 liraya, 5 liraya domates yok artık. Masraflar artıyor, her şeyin maliyeti artarken, sebzenin-meyvenin aynı fiyatta kalmasını beklemek doğru değil. Bir kilo ürünü 5 liradan alma şansı artık yok. Perakendede 10 liraya satılan bir üründe üretici zarar eder.
*Fiyatlar artık hep yüksek mi olacak?
Maliyetler yüksekken fiyatların düşmesi çok mümkün değil. Devlet bir sübvansiyon sağlayacaksa, temel ürünleri belirleyip, bu ürünleri üretenlere teşvik sağlamalı. Bir kere kuru soğan, patetes, domates, limon temel ürünler. Bunlarla ilgili bir planlama yapılabilir. Belki yazlık-kışlık bazı ürünler de buna eklenebilir. Buna göre bir yol haritası, üretim modeli oluşturulabilir. Domatesten mesela asla vazgeçilemez. Son dönemde yerli muz da öne çıktı. Ama burada bir planlamaya kesinlikle ihtiyaç var. Çünkü muz dışarıda çok ucuz, bu nedenle ihracat yapma şansımız yok. Üretici ise son yıllarda Hatay’dan İzmir’e hatta Marmara’ya kadar muz üretimine geçti. Biraz daha cazip geliyor. Ama üretim fazla olduğunda, ihracat da yapamadığında sorun başlıyor. Dolayısıyla muz zor bir meyve. Son dönemde Doğu Akdeniz’de yeni meyveler deneniyor, umut verici sonuçlar da alınıyor.
*En iddialı olduğumuz ürün nedir?
En çok satılan domates. Salkım domateste gerçekten çok iyiyiz. Sıcak su bir başka deyişle termal suyla çok ciddi üretim yapılıyor. Ağrı’dan Kırşehir’e Ege Bölgesi’ne kadar her yerde üretiliyor ve ihracatı yapılıyor. Burada iddialıyız ve iyi bir üreticiyiz. Örtü altı serada bu işin sanayisi oluştu. Düşünün ki bir üretici bu ürünle ailesini geçindirebiliyor. Kapya biberde yine ihracat potansiyeli yüksek. Tabii bu ürünlerde örtü altına yönelmek önemli. Böylece hem kente yakın yerlerde üretim yapılabilir, bu nakliye maliyetlerini düşürür. Dışsal koşullardan etkilenme olayı da en aza iner.
ANKARA ŞANSLI
*Ankara nasıl bir yerde duruyor?
Ankara’nın dört bir yanında üretim yapılabiliyor. Sıcak su var ve bu avantaj sağlıyor. Seradaki ürünler bu sayede gelişebiliyor. Bir de ürün çeşitliliği var. Ankara ortada olduğu için balıkta, meyvede, sebzede hem kaliteli hem ucuz hem de çeşitli ürün bulunabiliyor.
4. KUŞAK HALCİYİM
*Sizin hayatınız hep halcilikle mi geçti?
Biz dededen-babadan halciyiz. Dördüncü kuşak halciyim. (Gülerek) Çocukları halden nasıl uzak tutarız, ona bakıyoruz. Onlar da yakın bir sektörde gıda sektöründe çalışıyorlar. Ben yıllarca dernekçilik yaptım, ticaret odasında görevler yaptım. Şimdi de derneklerimizin birleştiği federasyonda görev yapıyorum. Benim hayatım burası. Burada hayat hep farklı bir akışta ilerler. Gece ikide başlar, öğleyin on iki gibi biter.
Paylaş