Paylaş
Hani en son eşler duyarmış ya, ben aldatıldığımı ne yazık ki birkaç ay önce öğrendim. Eşimin ihaneti öyle affedilecek, kısa süreli, bir gecelik heyecan denilebilecek türden değil.
Eşim beni 2 yıldır birlikte çalıştığı bir kadınla sürekli olarak aldatıyormuş. Onlar bu iki yıl boyunca ayrı bir ev tutmuş ve birlikte yaşıyorlarmış. Eşimin zaman zaman iş seyahati, iş toplantısı bahaneleriyle eve gelmediği ya da çok geç geldiği oluyordu. Ama beni ve çocuklarımı ihmal etmediği, bana karşı yine eskisi gibi sevgi dolu, heyecanlı bir aşık gibi davrandığı için hiç ihtimal veremedim. Beni işyerinden bir dostumuzun uyarmasıyla durumu öğrendim. Hatta bana eşimin o kadınla yaşadığı evin adresini bile verdi o arkadaş. Gittim, gözümle gördüm, sarmaş dolaş evden çıkıyorlardı.
Şimdi ben eşimle yüzleşmeye hazırlanıyorum, çocuklarıma çok net olmamakla beraber durumu biraz anlattım. Ve babalarıyla ayrılmak zorunda olduğumu açıkladım.
Kesinlikle onunla aynı evi paylaşamam artık. Boşanırken çocuklarımın haklarını arayacağım tabii. Ama o kadar nefret doluyum ki, bu bana yetmiyor sanki.
Benim yuvamı yıkan, çocuklarımı babasız bırakan o kadına nasıl bir ders verebilirim? Gidip işyerinde onu rezil etsem, kendimi küçük düşürürüm. Hem boşanmayı, hem de o kadına bir ders vermeyi istiyorum. Bana nasıl yardım edebilirsiniz?
◊ Rumuz: Haksızlık
YANIT
Sevgili kızım, şimdiye kadar evliliği altüst eden ikinci kadınlara ya da ihanet eden eşe verilebilecek bir ceza yoktu. Kadınlar boşanma yolunu seçiyor, kendi köşelerine çekiliyorlardı. Tabii bu arada hem kendilerinin hem de çocuklarının yaşadığı travma, kimsenin umurunda bile olmuyordu.
Sevgili genç meslektaşım Oya Armutçu’nun Hürriyet gazetesindeki yeni köşesi, hukuki konularda okurları aydınlatıyor. Kendisini gönülden kutluyorum. Özellikle de benim köşeme yazan ihanete uğramış yüzlerce kadını ilgilendiren şu bölümü, özellikle de bu mektuba cevap olarak yayınlamak istedim.
“Artık ihanete uğrayan evli kadın dava açıp, ‘öteki kadın’dan manevi tazminat alabilecek. Yerleşik yargı kararları ışığında, resmi nikâhlı kadın isterse kocasının sevgilisi ‘öteki kadın’a dava açabiliyor. O adamın evli olduğunu bile bile birliktelik yaşayan ‘öteki kadın’ manevi tazminata mahkûm ediliyor. Ancak iş, çocuklarına gelince değişiyor. Babaları, ‘evli olduğu annelerini aldattı’ diye çocuklara manevi tazminat ise verilmiyor.
‘Öteki kadının bilerek resmi nikâhlı koca ile birlikte yaşaması aile bütünlüğüne haksız saldırı’ değerlendirmesi yapan mahkeme, nikâhlı eşe manevi tazminata hükmediyor.
Mahkeme evlilikte sadakatsizliğin ‘haksız eylem’ niteliğinde olduğu, evli eşle bilerek ilişki kuran üçüncü kişinin haksız eyleme iştirak eden konumunda bulunduğu, aldatılan eşin kişilik haklarının zedelendiği, aldatan eşle, ilişki kurduğu üçüncü kişinin bu zarardan müteselsilen sorumlu olduğu, manevi tazminat verilmesi gerektiğine vurgu yapıyor. İçtihat kararları ışığında durum şu: Bile isteye evli bir erkekle ilişki kuran ‘öteki kadın’ aleyhine dava açılması halinde, nikâhlı kadına manevi tazminat ödemekle yükümlü tutulacak. Ancak, çocuklarına karşı tazminat sorumluluğu ileri sürülüp manevi tazminat istenemeyecek.
Evli erkeklere kanca atıp, onu yuvasını yıkmaya, çocuklarını babasız bırakmaya kadar sürükleyen ‘öteki kadınlara’ uyarımdır.”
Ayşe’nin ardından...
Ne kadar zamansız bir ölüm seninki be güzel Ayşem.
İnsan benim yaşıma gelince, genç bir insanın ölümüne daha bir isyanla yaklaşıyor. Hiç beklemediğin, ummadığın, konduramadığın bir ölüm işte.
Ayşe’yi henüz 5-6 yaşlarındayken tanıdım. Pek tatlı, pek yaramaz, pek güzel, minik bir kızdı. Babası Tekin Aral ve amcası Oğuz Aral ülkemizin gelmiş geçmiş en değerli karikatürist-yazarlarındandı. Bizim gençliğimizin Gırgır, Dolmuş ve Fırt gibi çok ünlü ve çok satılan karikatür dergilerini çıkarmışlardır.
Babası Tekin Aral da genç yaşta, 58 yaşında vefat etmişti. Hem de çalışma masası başında. Yaz aylarında, annemle basın mensuplarına ayrılan Bayramoğlu Tatil Köyü’ne giderdik. Orada uzun süre kalırdık.
Annemin yakın dostlarıydı Aral’lar... Ve bu arada benim kızım Yonca 2 yaşlarındaydı, Ayşe de 7 yaşlarında. Kendi yaşına bakmadan Yonca’ya ablalık yapardı. Minik elleriyle onu salıncakta sallardı.
Yıllar sonra aynı gazetede çalıştığımızda, zaman zaman yazışırdık. Bana çocukluğunda anneme olan hayranlığını anlatmıştı. ”Ne güzel kadındı, ne şık giyinirdi, ona hayranlıkla bakakalırdım” demişti.
Hep “bir ara görüşelim, Feyza Abla eski günleri, çocukluğumu konuşalım, sen çocukluğumun en yakın şahitlerindensin” derdi. Köşesinde bir gün annemin yaşam öyküsüne yer vermek istediğini söylemişti.
Ben de bir şeyler derleyip, gönderdim. Ama o sırada, sanırım geçen yıl nisan ayında, hastaneye yattı.
“Aman kendine iyi bak, nereden çıktı bu hastane” demiştim, o da tüm sevimliliğiyle, “Ay annenin yazısını yazamadım, bağışla” demişti. Ve o yazıyı yazmaya da fırsat bulamadan gitti. 46 yaş ne demek? Daha gencecikti, daha yazacak, yaşayacak çok şeyi vardı... Ama pek de şanslı olduğu söylenemez.
Ne evliliğinde mutluluğu bulabildi, ne de sağlık açısından dilediği gibi yaşayabildi. Çok çok üzgünüm, tüm ailesine, basın camiasına, dostlarına baş sağlığı diliyorum.
Geçen sene bir felç geçirmişti. O yaşam azmiyle atlatmıştı. Hastaneden çıktıktan sonra, yazdığı yazısını ”Artık hayatı başa sarıyorum. Dedim ya hayatta her şey insanlar için, her şey” diye noktalamıştı. Keşke yine hayatı başa sarabilseydi...
Paylaş