Gurbetçi dediğimiz, yurtdışına göçmüş ailelerin çocukları sorunlu oluyor. İşte onlardan birinin mektubu, tüm gerçeği bir anlamda yüzümüze vuruveriyor.
Yabancı ülkelerde yaşayan gençler çok değişti. Aşırı serbestlik yüzünden dengeleri bozuldu diye düşünüyoruz da, neden mutsuz olduklarını düşünmüyoruz. İki kültür arasında bocalayan gençlerin sorunları bu satırlarda çok net. Gurbet ellerden bana ulaşan mutsuzluk mektuplarını, bir türlü denge bulamamış aileleri, aldatan, aldatılan eşleri daha iyi görebilmek mümkün. Çünkü bu satırların sahibi, içlerinden biri. Gerçekleri objektif bir gözle inceleyip, hiç çekinmeden dobra dobra yazan bir genç kız. Yabancı bir ülkede hem Türk hem de genç olmak hiç de kolay değil; siz de anlayacaksınız...
Rumuz: Sur Les Nuages Merhaba Güzin Abla. Sana Fransa’dan yazıyorum. Yıllar önce yurtdışına göç etmiş anne ve babalarımız, ne yazık ki hangi düşüncelerle gelmişlerse öyle kalmışlar. Kültürünü kaybetmeme korkusundan entegre olamamışlar, ‘Bir gün döneceğim’ hayaliyle de bir türlü alışamamışlar buradaki hayata. Ot gibi, iş-ev, ev-iş derken insan ilişkileri de yozlaşmış. Ve depresyon gelmiş ardından.
Bu durumda en çok zorlananlar ise biz gençler olduk. İki kültür arasında kaldık, kendimizi, gerçek kimliğimizi bulamadık. İnsanın değer yargılarını, kültürünü kaybetmemesi önemli elbette. Ama biz burada doğmuş ve büyümüş gençler olarak, iki kültürün güzel taraflarıyla hoş bir sentez oluşturamaz mıydık? Oluştururduk elbette... Ama bize bu hak verilmedi.
Küçük bir şehirde yaşıyorum ve burada herkes birbirini tanıyor. Sonuç: Kimse rahat hareket edemiyor. Herkes bir maske altında devam ediyor hayata. Herkes ‘Elalem ne der?’ korkusundan istediği gibi özgürce davranamıyor. Değer mi buna? Bir kere geliyoruz bu dünyaya.
Kızlar kısıtlanmış özgürlüklerine kavuşmak için çareyi evlilikte buluyorlar, daha 18’lerinde. Ki, erkeklerle aynı ortamda bulunmamış bir kız ne kadar tanıyabilir ki onları? İlk gördüklerine, ilk yüzlerine gülene kanıp, aşık oluyor ve eşlerini tanımadan evleniveriyorlar. Bu evlilikler pek uzun sürmüyor ne yazık ki. Ya da kızlarımız bir ömür boyu katlanıyor her türlü cefaya.
Delikanlılarımız ise istedikleri zaman, istedikleri kişiyle çıkıyorlar. Ama, eve gittikçe geç gelmeye başladıklarında anne ve babalar çareyi çocuğu evlendirmekte buluyorlar. ‘Evlenir de akıllanır’ diyorlar. Türkiye’den getirilen saf ve temiz bir akraba ile evlendiriliyor çoğu. Beraber oldukları bütün kızlar kirlenmiş oluyor anlattıklarında. Ve bakire bir kızla evlenme ihtiyacı duyuyorlar. El değmemiş kız olacak mutlaka!
Evlendiği kızdan hemen bir çocuk yapıyorlar. Sonra her şey yeniden başlıyor. Sonsuz bir çark gibi. Kadın evde çocuklarla ilgilenirken, bizimkiler dışarı çıkmaya devam ediyorlar. Eşlerini o beğenmedikleri kızlarla aldatıyor, sabahlara kadar eğleniyorlar. Anlayamıyorum...
Yazık değil mi o güzelim kızlara? Evlerinden, köylerinden kopup gelmiş, ailelerinden uzakta tek başına kalmış bu genç insanlara. Ya o minik bebeklere?
İşte sana bir örnek daha. Yedi sene önce (18 yaşındaydım) bir gençle ‘çıkmıştık’. Aslında üç hafta sürmüştü sadece. Öğrenci kafelerinin arka masalarında buluşuyorduk. Sonra tavırlarından ve konuşma tarzından anladım ki; yaramaz, saygısız, çirkef bir insanmış. Terk ettim; amacı benimle yatmakmış. Ve yedi sene sonra kulağıma gelenlere inanamadım. Herkese benimle yattığını iddia ediyormuş. Ve dolayısıyla herkese göründüğüm gibi masum olmadığımı söylüyormuş. Anlayamıyorum...
Erkekler neden elde edemediklerinde böyle kötü iftiralar atıp bir genç kızı lekeliyor, gururuyla oynuyorlar? Ben artık hiç kimsenin dediğine değer vermiyorum. Elalem ne derse desin! Ben kendimi bildikten sonra, ne yalanlar döndüğü önemli değil çevremde. Ama aileme olan sevgim ve saygım üzüyor beni; onların üzülmesini istemem.
Tiksindim, bunaldım Abla. Kendimi bir daha bizden bir insanla düşünemiyorum. Bu olay bana ders oldu. Aileme de buradan bir Türk’le evlenmek istemediğimi söyledim. Nafile, kabul etmiyorlar.
Bir yandan kendi hayatım, mutluluğum; bir yandan ailemi kaybetme korkusu.