Paylaş
Aralıktı aylardan.
Tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.
“Evet çocuklar, tahtada; ‘Eğer çok zengin olsaydım, anneme ...... alırdım.’ yazıyor.
Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı” dedim.
Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde, dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı.
Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum.
Uzay gemisi, spor otomobil, Miami’de yazlık, Maldivler’e seyahat...
Ben okuyorum, sınıf gülüyordu.
Son kâğıdı içimden okudum.
“If I were rich, I would buy flowers for my mom.”
Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu.
“Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”
“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”
Sınıfta hafif bir kahkaha koptu.
“Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim. Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre, önemli bir sebebin olmalı” dedim.
Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca.
Yüzünde gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı. “Oğlum, dalga mı geçiyorsun” dedim sertçe.
“Aklınıza bir şey gelmesi için illa kırık not mu vermemiz gerekiyor?”
Hiç cevap vermedi.
Kâğıtları geri dağıttım.
Sınıf, çalan zille birlikte, kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı.
Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.
Ertesi sabah okula geldiğimde, Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum.
Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım, buruşuk kâğıt parçası duruyordu.
Oturup biraz konuştuk.
Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı.
Zorlukla öğretmenler odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu.
Hıçkırığa benzer garip bir şey, gırtlağıma
kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.
Kâğıttaki küçük boşluğu çiçeklerle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da, çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrenmiştim…
Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü, annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini...
Önceki gece babası duymasın diye, yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını...
Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim...
Öğretmenlik sabah gidip akşam döndüğün, cumartesi, pazar, sömestir ve yazları tatil yaptığın bir meslek değildir.
Öğretmenlik anne olmaktır. Baba olmaktır. Ağabey olmaktır.
Kısacası, insan olmaktır.
Bütün bunları da öğrenmiş oldum.
◊ Rumuz: Emekli bir öğretmen
YANIT
Bu çok duygusal yazı bana eski öğretmenlerimizi hatırlattı. Gerçekten de öğretmenin çocuklar için ikinci ana baba olması işte böyle bir şey. Eskiden öğretmenler ailemizin bir ferdi gibiydi... Hayatımızda çok önemli yer tutarlardı. Bir de tabii bu yazı bize, araştırmadan, derinlemesine düşünmeden hiçbir konuda hiçbir zaman kesin karar vermemek gerektiğini de anlatmış öğretmiş oldu...
Paylaş