Birkaç gün sonra Kadınlar Günü’nü kutlayacağız. Aslında bu konuda yazacak o kadar çok şey var ki...
Hele kadınların ikinci sınıf insan olarak görülmesine ramak kaldığı, kadın haklarından çok sık söz edildiği halde bu konuda hiç de ciddi bir atılım yapılmadığı günümüzde, "Kadınlar Günü" gerçekten ayrı bir önem kazanıyor. "Kadın günü" deyip birkaç kutlamayla geçiştirilmemeli bugün, diye düşünüyorum. Ama ben bundan söz etmek istemiyorum... Bu özel gün için, her kadının yaşamındaki en önemli konudan, evlilikten söz etmek istiyorum. İşte size evliliğini yorumlayan bir genç kadın. Kadın ve erkeğin evlilik yapısı içindeki ruhsal durumlarını ve yaşam koşullarını anlatan çok içten, çok sevimli, çok gerçekçi aynı zamanda da esprili bir yazı. Umarım hepiniz benim kadar hoşlanırsınız bu satırlardan...
Kafesteki kırmızı gül
O güne kadar kadın ve erkek için evliliğin ne anlama geldiğine kafamı pek takmamıştım aslında. Ancak bir gece ansızın bu konuya takılıverdim. Bir psikiyatrist: "Evlilik erkek için depresyonu azaltan, kadın için ise artıran bir faktördür" demiş. Kadınlarda ruh hastalıkları ve bozukluklar sıklıkla 30-35 yaş arasında görülüyormuş. "Kadınlar Günü"nün gecesiydi. Eşim bana anlamlı bir çiçek yollamıştı. Kafes içerisinde tek bir kırmızı gül... Hediyeyi alınca uzun uzun inceledim...
O gece yattık, ışıkları söndürdük (arada bir yaptığım gibi) makineli tüfek misali konuşmaya başladım. O sessizce beni dinliyordu.
Ona evliliğin erkekler için müthiş bir keyif, kadınlar için ise kendi rızalarıyla içerisine atladıkları bir kafes olduğunu anlattım. Varlıklı ya da yoksul hiç fark etmez. Erkek evlenince pek çok sorumluluktan kurtulur. Bekar bir erkek düşünelim. Yalnız yaşıyor olsun. Bulaşık, çamaşır yıkaması ya da temizlikçi bir kadın alıp, en azından direktifleri vermesi gerekir. Evinin düzeninden kendi sorumludur. Ne yiyeceğine kendi karar vermelidir. Banyodan sonra banyoyu temizlemeli, ütülerini bir kadın tutsa bile zaman zaman kendi yapmalıdır. Yere bir şey döktüğünde temizlemek zorundadır, kullandığı lavaboyu, banyo ve tuvaleti temizlemezse pislik içinde yaşar. Kısacası yaşamının tüm sorumluluğu kendisine aittir. Bir de evli bir erkek düşünelim; evi temiz ve bakımlıdır, bu konuda kafa yormaz, çünkü nasıl olsa karısı bu konuda yeterince kafa yormaktadır.
Eve temizlikçi alınıyor olsa bile kontrolü kadındadır. Akşam evde ne pişireceğim diye düşünen evli erkek gördünüz mü hiç? Ben görmedim, belki vardır ama ben rastlamadım. Bulaşık, çamaşır, ütü hep kadının sorumluluğundadır ve evli erkeğimiz gömleğini ütülü bulamazsa karısına çatma hakkına da sahiptir.
Kadının asıl depresif kişilik geliştirme sürecini tamamlayan etken çocuklardır. Pembe panjurlu evde bir gün bir bebek doğar. Aile çok mutlu olur. Kadın bebeğini elbette çok sever. Ancak bebek bakıma çok muhtaçtır ve bunu yapacak tek kişi de annesidir. Baba da zaman zaman bebeği yıkar, yardım eder ama sadece ZAMAN ZAMAN! Asıl görev annenindir. Şirin bebek geceleri 4-5 kez ağlayarak uyanır, yorgun anne her seferinde yatağından fırlayarak onunla ilgilenir. Karnı acıkmışsa doyurur, altını kirletmişse değiştirir, uyuyamıyorsa uyuyuncaya kadar çırpınır.
Yoruldum mesajları
Yorgun baba çok yorgun olduğu için uyuması gereklidir. Bebekle anne ilgilenir, anne gazete okuyamaz, televizyon seyredemez. Anne artık adanmıştır. Evine... Kocasına... Ve bebeğine...
Annenin işi bu kadarla da kalmaz. Günümüz koşullarında ekonomik yükü de paylaşmak zorunda olduğundan, çalışmak mecburiyetindedir. Bakıcı ya da kreşlerle anne uğraşır. Bebeğini güvenli ellere terk edip, işine geri dönmelidir. Ama aklı hep bütün bu sorumluluklarındadır.
İşte bu noktada kadının beyni ufak tefek "YORULDUM" mesajları vermeye başlar. Çarpıntılar, endişeler, hormonal dengesizlikler... Belki bir ileri safhası olan panik ataklar. Evli erkeğimiz ise o eski neşeli, bilgili, akıllı karısına neler olduğunu anlamakta zorluk çeker; çok üzgündür. Karısının artık kendisini eskisi kadar çok sevmediğini düşünmektedir. Oysa olayın bununla hiçbir alakası yoktur. Ancak erkek bunu görmekte çok zorlanır. İşte bu dönem riskli bir dönemdir...
Vazgeçmeleri zordur
Çünkü erkek kendisini sıkıca sarmalayacak ve ihtiyacı olan şefkati, çamaşırlarını, bulaşıklarını yıkamadan ve çocuklarına bakmadan, verebilecek başka bir kadınla karşılaşabilir ve bu elbette ki onun suçu değildir. Evdeki kadın o kadar yorgun ve o kadar meşguldür ki, erkek bu şefkat ihtiyacını gidermekte kendini sonuna kadar haklı bile görebilir. Hepsi değil elbette ama pek çok erkek bunu böyle yapar. Kadının ise bunu fark etmesi uzun sürebilir. Sorumlulukları, evi, işi, çocukları, yemekleri, ütüleri arasında sıkışıp kalmış olan kadın; bir gün kafasını kaldırıp kocasının nerede olduğunu merak eder, bakmak ister ve onun başka şefkatli kollarda olduğunu hayretle görür. Bu noktada elbette boşanan kadınlar olabilir.
Boşanma sonrası, şefkatli kollarına sığındığı kadınla evlenen erkekler de olabilir... Ve bu evlilik sonrası o şefkatli kadının, nasıl olup da eski karısına dönüştüğüne şaşıracak olan bu erkekler gene de olayı tam olarak kavramayacaklardır. Evliliğin erkeği cariye sahibi, kadını da ruh hastalığı sahibi yapmakta olduğunu kavramaları zaman alır. Ancak gene de evlilikten vazgeçmezler çünkü nasıl olsa, ruh hastası olan kendileri değildir ki...
Kendileri bir cariyeye, ya da geyşaya sahip olan taraftır ve belki ikinci ya da üçüncü evliliklerinden sonra artık seslerini çıkarmadan oturur ve durumun keyfini çıkartırlar. Zaman zaman ilk evliliklerine neden devam etmedikleri sorusu da bu aşamada kafalarına takılabilir. Ama son pişmanlık fayda etmez.
İşte kocama bir solukta bunları anlattım. Beni ne denli dikkatle dinlemiş olduğunun farkında değildim, hatta uyumuş bile olabileceğini düşünmüştüm. Ancak o uyanıktı hem de fazlasıyla uyanıktı. Konuştuklarımdan etkilendiğini söyledi ve bana sarıldı. Ancak tam bu sırada bebek ağlamaya başladı. Ben de yataktan kalkıp, bebeğin yanına gittim ve onu uyuttum. Döndüğümde ise kocam uyumuştu. Yanağına bir öpücük kondurdum; psikiyatristimle bir sonraki randevum ertesi gün sabah 10’daydı. Saati kurdum ve yattım.