Bir çakıl taşının paramparça ettiği gerçek bir aşk öyküsü

Onların aşkına, "çocukluk aşkı işte" deyip de geçmeyin sakın. Bazen gerçek aşklar, ilkokul sıralarında başlayıp ölene kadar sürer.

Bir çocukluk aşkının yaşam boyu hiç eksilmeden iki yüreğe yerleştiğini, sonsuza kadar devam eden, ölümsüz aşklardan biri olduğunu hiç görmediniz, okumadınız mı yoksa?

Kader nedense onlara bu güzelliği, bu mutluluğu, bu eşsiz sevgiyi çok görmüş sanki... Böylesine aptal bir kazaya kimsenin aklı ermez. Böylesine bir ölümü hiç kimse kolay kolay kabullenemez.

İşte bu genç adam da kabullenememiş yıllardır. Onu sevdiğinden ayıran kibrit kutusu kadar bir taşa lanet etmiş yıllar boyu...

Ve artık kaldıramadığı bu acısını, paylaşmak istemiş bizlerle... Belki ona bir teselli sözcüğü yollamak istersiniz, belki sizin de zamansız yitirdiğiniz bir sevgili vardır. Belki hálá unutamadığınız bir aşkın anılarıyla yaşıyorsunuzdur. Ona bir iki satır yazmak ister miydiniz?

’Erkekler ağlamaz’ lafı bana göre değil

"Derdim var", "Kederim var" diyen herkes bu yazımı okusun; dert, sevgi, aşk, yaşamak, saygı duymak, özlemek tümü bu satırlarda...

İşte size acı hikayem... Sizin için ne derece önemi vardır bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden yaşlar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım, duygularım, acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım. Yine ağlıyorum... Sizleri tanımıyorum ama sizlerle acımı paylaşmak istiyorum. Lütfen; bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen sıradan satırlar olarak geçmeyin bunları. Okudukça "Yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış" diyeceksiniz, buna eminim.

Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık. Huzursuzdum, bir köy okulunda okumaktansa, şehirde medenice okumak istiyordum. Sonuçta zorunlu olarak kaydımı yaptırdı babam okula. İlkokul dördüncü sınıftan başladım köy okuluna. Beni bir sınıfa verdiler. Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve "Hangi sıraya oturmak istiyorsan otur" dedi.

Bir kızın yanı boştu sadece, oraya oturdum. Hayatımı adadığım, gidişiyle beni bitiren insanla işte ilk o zaman tanıştım. İsmi Altınay idi.

Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti. Masmavi gözleri, gamzeli yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü, notlarımı yazdığım defterimdeki hataları kendi silgisiyle silmesi, beni o minik yaşımda ona bağlayıverdi. O dönemlerde bu çocukça bir arkadaşlıktı. Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremez olmuştum. Ya ben onlara gidip ders çalışıyor, ya da o bize geliyordu. Mükemmel bir paylaşımcıydı.

Sevgisini, dostluğunu o yaşta vermişti bana. İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik. Hep onunla hep ona biraz daha alışarak.

Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa, hatta aynı sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar. Başarmıştık. Yine aynı sıradaydık. Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermeyecekti. Yaşımız olgunlaştıkça o beni, ben de onu daha çok seviyordum. Çocukça başlayan arkadaşlığımız aşka dönüşmüştü.

Ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken, ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar. Buna göre tek bir ev kiralayacak; ikimiz aynı evde kalacaktık. Annem de bizimle kalacaktı. Allah’ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu. Ona aşık olmuştum. Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz, okul bittiğinde bizi evlendirmek üzere karar almışlardı bile.

Ona tapıyordum adeta. İlk elini tuttuğumda "Sakın bir daha bırakma" demiştim. Yanakları kızarmıştı, utanmış ve başını önüne eğmiş, gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı. Artık her gün el ele tutuşup okula gidiyor, okuldan çıkarken el ele dolaşıyor, geziyor, öyle gidiyorduk evimize. Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini kurulamak için elimden çekerdi. Bunu her yaptığında ona kızar, "Elimi bırakma" diye azarlardım. O da hep "Tamam tamam" diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu.

ELİMİ BIRAKMAYIN

Her şey harikaydı, dünya cennet gibiydi gözümüzde. Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde. Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik. Karne dönemi gelmişti. Karnelerimizi aldık, hiç kırığımız yoktu. Sevinçle sarıldık birbirimize, elimi tuttu. Bunu bir kafeye gidip, soğuk bir şeyler içerek kutlayacaktık. Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı. Her zaman toz duman içinde olurdu. Boydan boya iri çakıllarla kaplıydı. O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar önemli bir rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.

Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi, ansızın elini çekti, terlemişti yine eli. Sanırım 3-4 adım atmıştım. Dönüp yine azarlayacaktım. Çünkü hem elimi bırakmış, hem de geride kalmıştı. Dönüp baktığımda dünya başıma yıkıldı sanki. Gök kubbenin altında kaldım bir anda. O yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu. Ne yapacağımı bilemedim, üzerine kapandım yüzüne yapışmış sarı saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım. Başı kesilmiş tavuk gibi çırpınıyordu. Suratına bir taş parçası kurşun gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı. Suratının yarısı yoktu. Hırıltılar içinde bana bir şeyler demek istiyordu. Kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan iri bir taş suratına saplanmıştı. Ölesiye bir aşkı, tüm geleceğimizi, kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitirebileceğini düşünemezdim.

Yüzünden akan kan ellerimize damlıyordu. Yoldan geçen bir araba durmuş, içindekiler bizi seyrediyordu, "Hastaneye yetiştirelim" dediğimde kanlı olduğu için onu almayıp kaçıp gittiler. Kimse arabaya almak istemiyordu bizi. Çevreme bakıp "Yardım edin" demekten, ona dönüp sürekli "Seni seviyorum, beni bırakma, dayan" demekten başka bir şey yapamıyordum.

İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü. Bizim için cennet olan dünya 5 dakikada cehenneme döndü.

Tam dokuz yıl oldu onu yitireli. Sevdiğini yitiren, ya da benle duygularını paylaşmak isteyen herkese, elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzatıyorum.

Dost, kardeş, arkadaş ne olursanız olun, ama elimi bırakmayın. Size ihtiyacım var.

RUMUZ: Ümmet- e-posta: ummet.55@hotmail.com
Yazarın Tüm Yazıları