Bir boşanma dilekçesine imza attı kadın…

Kadınlar Günü ertesinde okurum bana bu yazıyı gönderdi. Çok şey ifade eden bu satırları sizlerle paylaşmak istedim...

Haberin Devamı

Soğanları pembeleşinceye kadar kavurdu kadın. Serdi keten masa örtüsünü, koydu üzerine iki tabak, ortaya da bol soğanlı bir salata. Keşke sadece soğan doğrarken ağlasaydı...
Dumanı üzerinde koydu yemeği tabaklara. Adam kafasını kaldırmadan aldı ekmeği, bir lokma kopardı attı ağzına. Bir kaşık da yemekten aldı, sonra çekti örtüyü, sofranın altını üstüne kattı. Yemeğin tuzu eksikti...
İçindeki öfkeye eksik olan tuzu bahane etti, hıncını kadından çıkardı. Taşlar, sopalar, yumruklar kırabilirdi kadının kemiklerini ama kelimeler kadar canını yakamazdı hiçbiri.
Kemikleri iyileşti zamanla. Ama ruhu hiçbir zaman iyileşmedi kadının. Hırpalandı, hor görüldü, aşağılandı, bıçaklandı,
Kendi içine doğru yürümeye başladı ve sonunda düştü. Sonra bir gün kendisini esir eden bu hayattan kurtulmak istedi.
“Bu yemeğin tuzu niye eksik, bu çocuk neden ağlıyor” gibi sebeplerle daha fazla ölecek gücü kalmamıştı.
Bir boşanma dilekçesine imza attı kadın, sokağın köşesini döner dönmez iki el silah atıldı. Belki de hayatında ilk kez kendisi için bir şey yapmaya cesaret eden kadın, bir tabancadan çıkan iki kurşunla kayıplara karıştı.
“Aldılar, götürdüler, namazı kılındı, gömüldü...” Gazetelerde H.K. diye geçti adı. Haberini okuyanlar derin bir nefes aldı, böyle bir felaketi kendileri yaşamamış olduğu için. Sevmediği bir adamla zorla evlendiren babası bile ağladı ardından. ‘Pişmanım’ dedi günah çıkarmak ister gibi.
Asıl darbeyi babasından almıştı aslında kadın, zaten ondan da görmemişti şefkatli bir dokunuş.
Hayatındaki tüm erkekler kırmıştı kolunu kanadını. Hatta bir kez kendisi kıymak istemişti canına.
Kocasının yumruğuyla kırdığı camın kırıklarını bileklerine gömmüştü. Yakmıştı canını cam kırıkları… Canına okudular kadının, elbirliğiyle üstelik.
Geçmişine okudular, geleceğine okudular, ama kadına iki dize güzel bir şiir okumadılar. Kahkahasına bile kulp taktılar kadının, yine elbirliğiyle üstelik. Ama kulağının arkasına bir çiçek takmadılar.
Yetim yaralarıyla, öksüz hayalleriyle geçti bu dünyanın toprağından kadın. Biri geçti, diğerleri geçmekte hâlâ... Biri tacize, biri tecavüze, biri şiddete maruz kalıyor.
Birinin saçının rengine karışılıyor, birinin eteğinin boyuna.
Ve bir diğerinin varlığı bile günah sayılıyor... İşte tam şu an biri eve mahkum ediliyor, biri istemediği bir evliliğe zorlanıyor.
Kendinden geriye siyah-beyaz yarım tebessümlü bir fotoğraf kalan, dünyaya ahını bırakarak giden tüm kadınların anısına...
Gönderen: Yeşim S.

YANIT

Haberin Devamı

İşte bir kadınlar günü ertesinde, bana bu yazıyı gönderen sevgili okuruma teşekkür ederek, çok şey ifade eden bu satırları, içimizi acıtsa da sizlerle paylaşmak istedim.
Yıllardır çağ atladık, modern bir ülke olduk diye çığlıklar atsak da sonuçta durum budur. Ve yıllardır kimi kadınlar için hiçbir şey değişmedi maalesef.
Yine de bu yazıyı Nazım Hikmet’in içimizi ısıtacak şu satırlarıyla noktalamak istedim.
Hepinizin Kadınlar Günü yeniden kutlu olsun. Ve umarım kadınların şiddet görmediği bir dünya olsun artık şu üstünde yaşadığımız.
“Kimi der ki kadın uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın yeşil bir harman yerinde dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki ayalimdir. Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran, Kimi der ki çocuk doğuran, Ne o… Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal. O benim kollarım, bacaklarım. Yavrum, annem, karım, kız kardeşim, hayat arkadaşımdır.” 

Yazarın Tüm Yazıları