"Herkes size sorunlarını anlatıp umutla deva beklerken ben size başımdan geçen bir olayı anlatayım, dedim."
"Sizden yardımcı olmanızı beklemiyorum, çünkü zaten bu şartlar altında bana yardım edebilmeniz zor. Ama bu yazdıklarımı yayınlamanız halinde bundan ders çıkaracak çok kişi olacaktır, emin olun. Özellikle de çocuklarına yeterli sevgiyi verememiş olan anne babalar..."
İşte böyle diyor bu gencecik okurum. Gerçekten de yaşadıkları bir genç kızın kaldırabileceği gibi değil. Ama özellikle de son zamanlarda gençler arasında sıklıkla görülen şiddet olayları ve uyuşturucu gibi sorunların artık ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu gözler önüne sermek açısından çok önemli. Dediği gibi, anneleri ve babaları bu konuda uyarmak için bir fırsat. Çocuklarınızı ilgisiz ve sevgisiz bırakmayın. Onları yalnızlıklarıyla baş başa bırakmayın. Atmaca gibi bekleyen uyuşturucu tehlikesini aklınızdan çıkarmayın. Benim çocuğuma olmaz demeyin sakın. Oluyor ne yazık ki...
Rumuz: Deniz Kızı
Onunla ortak arkadaşlar vasıtasıyla tanışmıştık. Gözlerimiz daha ilk kez buluştuğunda anlamıştım sanki onun benim için özel olacağını. Oysa ilk görüşte aşka hiç inanmaz ve güvenmezdim. Görüşmeye başladık. Hiç yeni tanışıyor gibi değildik.
Aslında kişiliklerimiz çok benzemiyordu birbirine. Ben hayata sımsıkı sarılmış bir kızdım, umutlarım ve gerçekleştirmek istediğim hayallerim vardı. Düzenli bir aile yaşamının ve koşulsuz sevginin ürünüydüm ben. Sevgi ile yaşamış, sevgi ile büyümüştüm hep. Oysa onun ailesi paramparçaydı, ne anne, ne baba sevgisini layığı ile tadabilmişti. Belki bu yüzden, içine kapanıktı. Dış dünya ile bağlantısı çok kopuktu. Karamsardı ve umutsuzdu.
İlişkimizde hiçbir problem yoktu, her şey harikaydı da, o değildi. Her geçen gün daha da umutsuz ve sıkıntılı oluyordu. Beraberken çok mutluyduk, her şeyimizi paylaşıyorduk, ama o sanki benden bir şey saklıyordu. Bir gün "Ben sana layık değilim" deyiverdi. Bir gün de, "Benimle beraber olursan hep mutsuz olacaksın, yol yakınken kurtul" deyince aklıma bir soru düştü, acaba bahane mi yaratıyordu ayrılmak için? Başka birine aşık olduğu için ya da sıkıldığı için mi ayrılmak istiyordu?
Ders çalışamaz olmuştum onun için kaygılanmaktan. Bir gün buluştuğumuzda yine anlamsız anlamsız konuştu, ama artık bende sabır kalmamıştı. Sanki gafil avlanmış gibi bir hali vardı, çok acı çekiyordu besbelli. Sonunda kalbime ok gibi saplanan o üç kelimeyi söyledi: "Ben eroin kullanıyorum." Erkek arkadaşım iki yıldan beri eroin bağımlısıydı ve benim haberim yoktu! Ağzına sigara bile sürmeyen erkek arkadaşım uyuşturucu bağımlısıydı! "Küçüklüğümden beri çektiğim onca acıyı dindirmek için kendime böyle bir yol buldum, kalp acılarımı dindirmek için eroin kullanıyordum. Ama bir süre sonra tek amacın bu oluyor. Düşünsene yaşadığın çöküntüyü, tüm umutlarını, hayallerini, beklentilerini, geçmiş ve geleceğini kaybettiğini... Sen yoksun. Sadece bedenin var, o da güçsüz zaten." Gözyaşlarımı tutamıyordum. "Sen hayatıma girdiğinden beri bu illeti bırakmak için olağanüstü bir savaş veriyorum ama olmuyor, her geçen gün daha da zorlanıyorum. Yardım et bana" dedi. Sımsıkı sarıldım ona."Sonuna kadar yanındayım, korkma" dedim ama ne kadar zor olduğunu tahmin edemezsiniz. Bir yandan ona destek oluyor, onu hayaller ve umutlarla ayakta tutmaya çalışıyor, bir yandan da kendimi avutuyordum, hepsi geçecek diye.
Her geçen gün dozu artırıyordu. Gözümün önünde eriyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum! Bu kadar zor mu demeyin. Ben de öyle düşünürdüm, güçlü bir iradeyle kolayca yenilebilir derdim ama öyle değilmiş işte. "Benim uyuşturucuyu değil kendimi yenmem gerek" diyordu.
Yeşil gözlerindeki hayat ışığı azaldıkça benim de umudum azalıyordu. Hasta gibi geziyordu hep, çoğu kez ayağa kalkacak hali olmuyordu. Kolları delik deşikti, damarları sertleşmişti artık iğne vurmaktan. Beraber yaşadığı annesine lanet okuyordum. Sözde annesiydi, sabah işe gidiyor, akşam geç dönüyor, "oğlum nasılsın" demek zahmetine bile katlanmıyordu. Bir gün dayanamadım, onu acı içinde görünce "Seninle beraber ben de ölüyorum, kendine acımıyorsan, bana acı" diye haykırdım. O gün tedavi olmaya söz verdi. "Senin için denemeye değer" dedi. İki gün sonra birlikte gidip başvuracaktık tedavi için. Gece telefonum çaldı. Açtım, "Seni sevdiğimi söylemek için aradım sadece" dedi, kapattı. Korkunç bir karabasanla uyandığımda saat sabahın beşiydi. İçimde müthiş bir sıkıntı vardı. O anda aklıma geldi. Nasıl yataktan fırladım bilmiyorum. Telefona sarıldım hemen. Cebi kapalıydı. Üzerime bir şeyler giyip sokağa fırladım, zili çaldım defalarca. Ses gelmiyordu. Gözyaşları içinde merdivene çöküverdim. Korkudan ölecek gibiydim, ne yapacağımı bilmiyordum. Sonra biri çıktı merdivenlerden. Bir kadın. Bana şaşkın şaşkın baktı. Bir anahtar çıkardı. Anahtar deliğine soktu. Gözleri, ifadesi, bakışları. benziyordu ona. Kapıyı açmıyor, dedim. Anahtarı çevirdi, açtı kapıyı, girdi eve. Bir odaya girdi. Kısa bir sessizlik ve bir çığlık koptu. O, kolunda enjektör ile yerde yatıyordu. Yüksek dozda eroin vurup, kendini öldürmüştü. Hemen yanında yerde bir mektup duruyordu bana yazılmış. "Sana olan aşkım dünyalara sığmaz büyüklükte. Ama hayata karşı o kadar nefretle doldurdular ki beni, hayata yeniden bağlanmamı sağlayan aşkını, bu nefret alt etti" diyordu mektubun sonunda. Belki daha güçlü olması gerekirdi, belki o da hatalıydı... Ama en büyük hata sevgi göstermeyi bilmeyen anne babalarda. Sevgisizlik insanın hayatına mal olur mu, demeyin. Oluyormuş! İşte bu da benim hikayem. Üniversite birinci sınıftaydım bu olayı yaşadığım zaman. Ama kendimi hálá toparlayabilmiş değilim. Yaşadığım depresyondan dolayı üç dersten kaldım. Hálá o mektubu okuyunca, onu düşündükçe içim acı doluyor. Elbet bir gün bu acıyı unutup mutlu olacağımı umut ediyorum ama onu ve onun aşkını kalbimden hiç ama hiç silmeyeceğim. Geriye sadece güzel anılar olarak kalacak yaşadıklarımız. Hoş, acısı hiç geçmeyecekmiş gibi geliyor şu anda.