Analığın ne üstün bir duygu olduğunu hayvanlara bakarak anlayabilirsiniz

Daha önce de bir yazımda söz etmiştim size, büyüklerimiz "Köpekler ana olmasın!" derler, analığın ne büyük, ne üstün, ne eşsiz bir duygu olduğunu anlatmak için...

Gerçekten köpekler ana olmasın. Yani o zaman onların gücüne, zekasına, korumacılığına, fedakarlığına erişemezsiniz. Gözleri dönmüştür analık duygularıyla...

Yalnız köpekler mi; doğadaki tüm hayvanlar birer fedakar ana örneği değil midir?

Yıllar önce, gece yarıları, elimde torbalarla sokak aralarında dolaşıp köpeklere yiyecek dağıtırken, mahallemizde benim Ceylan adını taktığım bembeyaz bir köpek vardı. En çok bana güvendiği halde, yanına 1-2 metreden fazla yaklaştırmazdı.

Bu çevikliği ve uyanıklığı nedeniyle, itlaf ekiplerinin canına okumuş, yıllarca onlardan kaçıp kurtulmayı başarmıştı. Sonunda da eceliyle öldü şükürler olsun...

İşte bu çok sevdiğim ceylan bakışlı dostum, çok çapkındı... Her yıl en az iki kez 6’şar yavru yapıyordu. Benim gibi hayvansever sevgili Şadan dostumla birlikte onu yakalayıp kısırlaştırmak için canımızı dişimize taktık ama başaramadık. Böyle olunca, bize de onun bebelerini sahiplendirmek için çırpınmak düştü tabii ki...

Zaman zaman ortadan yok oluyordu. O zaman "Eyvah, yine mi?" diye endişeyle bekliyorduk. Ve gerçekten de sonuçta memeleri sarkmış, süt dolu olarak çıkıyordu ortaya... Yine doğurmuştu. Ama uzun süre yavrularına ulaşamazdık. Ne kadar aç olursa olsun -ki emzirdiği için kimbilir nasıl açtı- onun için çöplerin dibine bıraktığımız et suyuna paparaları, tavuk parçalarını asla yemez, torbayı son derece zarif bir edayla dişlerinin arasına alıp bebeklerini gizlediği yere götürürdü. Ta ki onlar ortalığa çıkacak hale gelinceye kadar.... Kendi ne yer, ne içerdi, orası meçhul!

Eti kemiğine yapışıncaya kadar sürerdi bu macera. Onun o ceylan bakışlarını ve çocuklarına düşkünlüğünü asla unutamam.

Hayvan dostlarından kalemi çok güzel bir genç hanım, Ece Bilgin... Onun yazılarını okudukça bazen hüzünleniyor, bazen düşünüyor, bazen eski günlerime gidiyorum.

Bunu da Anneler Günü yollamıştı, ama yanlış anlaşılır, yine insanla hayvanı bir tutmuş derler diye o gün yayınlamak istemedim. Hayvanların da anne olduklarını hatırlatan bu çok güzel yazının sizleri düşündürüp duygulandıracağını umuyorum.

BEN DE BİR ANNEYDİM

Ben de bir anneydim, Mamak’ta, çöplükte buldular beni, arka ayaklarım bağlı, defalarca tecavüz edilmiş, önce acıdan sonra utancından bir kere değil bin kere ölmüş ben, evet ben de bir anneydim.

Yine aynı çöplükte belediye ekiplerince zehirli iğneyle vurdular beni.

Henüz ölmemiştim, vücudum soğumadan, canım beni terk etmeden üzerime attılar iki kürek toprağı; yeni doğmuştu tam on tane yavrum.

Onlar yine de kokumdan buldular yattığım çukurda beni, açtılar çukuru, kurumuş memelerime sarıldılar,

Onları büyütemeyeceğimin, besleyemeyeceğimin korkusu, çıkmayan canımı o anda oracıkta çıkarttı.

***

Ben de bir anneydim.

Bandırma’da, demir parmaklıkların ardındaydım; insanlar beni mahallelerinde istemedi diye, bebelerimin pembe ağızları memelerimde, ben kuru ekmeğe talim; olsun onlar yanımdaydı ya.

Bir gece sabaha karşı dost bildiğim veterinerler geldi yanıma, bebeklerimi sırasıyla gözlerimin önünde sonra da beni; iyi ki beni de, zehirleyip öldürdüler. Onlar yoksa benim yaşamam niyeydi ki?

***

Ben de bir anneydim.

Eskişehir’de Tepebaşı Barınağı’nda bakıcı amcalar anlattı; yanımdan, gençlik hastalığından teker teker ölen yavrularımı gelip aldıklarında, nasıl ağıt yaktığımı!

***

Ben de bir anneydim.

Adana’da önce patimi sonra kuyruğumu kestiler, hiç canım acımadı. Ta ki bebeğimi ateşe verip, gözlerimin önünde yakana kadar.

Ben de bir anneydim.

Sütannelik yaptırdılar bana yetim kalmış tam sekiz cana, onlar büyüyünce yanımdan alıp sahiplendirdiler teker teker, beni de işin bitti deyip sokakların acımasızlığına salıverdiler, yapayalnız.

***

Ben de bir anneydim.

Sahipliydim, sevenlerim vardı bir zamanlar.

Onlara birbirinden sevimli yavrular verdim, hem kendim sevindim hem sahiplerimi mutlu ettim.

Çoğunu da sattılar bebelerimin.

Sonra yaşlandı artık deyip, bir dağ başına koydular, arkalarına bir kez bile dönüp bakmadan.

***

Ben de bir anneydim.

Çok uzak ülkelerden kilometrelerce yol katedip geldim ülkenize, sazlıklarda yuva kurdum, kendimce türküler tutturdum mutluluğumdan, küçük yavrularım doğunca. Bir gün bir lokma etime tamah edip bir avcı vurdu beni, vücudumda binbir saçma. İşlemeli deri kesesinde yollanırken köyündeki sofraya, aklımda son kez bir soru: Sazlıktaki yuvamda bıraktığım üç küçük can ne yapar ki bundan sonra?

***

Ben de bir anneydim.

Topaç gibi tam beş tane yavrum oldu. Onları en güvenli bulduğum bir bodrum köşesinde, yanlarından hiç ayrılmadan, on gün kanımı sütüme katıp besledim.

Memelerim temelli boşalınca, bir koşu köşedeki çöpe gittim bir şeyler bulup yemeye.

O gün insanların annelerinin gününü kutladıkları günmüş meğer...

Bir araba hızla geçti üzerimden; oysa ki bebelerime kavuşmama iki adım kalmıştı.

Memelerim hálá sıcak ve sütlü, son duyduğum, onların acıyla yalvaran, beni çağıran sesleriydi.

Evet ben de bir anneydim, anne...

***

İnsanoğlu bugün, kutsal saydığı, onun gibi yar olmadığı, bastığı yerin cennet olduğunu vurguladığı anneleri ziyarete gidip ellerini öptüler. Ama hiçbirisinin dikkatini çektiğini sanmıyorum; köşe başında ağzında minik bebesine güvenli yer arayan anne kedinin, canını dişine takıp yavruları için gösterdiği o kutsanası çabayı...

***

Tepebaşı Köpek Barınağı’ndaki 10’un üzerindeki annesiz yavruya kucak açan o güzel gözlü köpeğin bakışlarındaki anlamı, hiç ama hiç kimseler fark etmedi, edemedi. Ne acıdır ki bunlara bu ılık mayıs gününde evlatlarından bir çift tatlı söz bekleyen, "anneliğin" sadece kendilerine verilen bir ayrıcalık olduğunu sanan anneler de dahildi.

Ece Bilgin
Yazarın Tüm Yazıları