Paylaş
Diziye de bir hafta tatil verdik. Ancak, her güzel şey gibi ‘yaşlılık’ da çabuk bitti… ‘Kas-iskelet hastalıkları çağın vebası’, eyvallah. Ancak ufukta gördüğüm yeni hastalık; ‘ölene kadar genç kalma!’
Bu cümleyi söyleyeceğim günü yıllardır bekliyorum!
Yaşlanmayı iple çeken biriyim. Sıkıldım arkadaş! Bizden önceki nesil bu yaşlarda tayyörünü, dolgu topuk ‘terliklerni’ giyip köşede otururdu hanfendi hanfendi. Biz niye hâlâ streç blucinlerle hoplaya hoplaya yürümek zorundayız? Niye kollarımızın altının rüzgârda sallanmasına izin verilmiyor, yerçekimi mi azaldı? Ben belki kilo alıp gıdım sarkınca kendimi daha tonton bulacağım? ‘Genç oyuncu Gülse Birsel’ ne demek magazin programları? Ben sizin miladınızda, Televole’de, kazık kadar insandım evladım!
Ne zamana kadar sürecek bu çaba, bu savaş? Niye ‘Yeni 30’lar artık 20’ler, yeni 40’lar artık 30’lar’ trendi bize rastladı? İleride ‘Yeni 80’ler artık 45’ler’ noktasına gelirsek, ben ne ara ağzımın tadıyla balkondan sokakta oynayan çocuklara “Yavaş! Kafam gelmiyor aa, ayıptır oğlum!” diye bağırabileceğim? Şu mübarek ellerim öpülmeyecek mi bayramlarda? Kaç yıl daha “Siyah oje moda oldu, sürülecek!” diktasıyla yaşayacağım?
Herkes iyi bir şey zannediyor toplumda değişen yaş algısını. Değil!
‘Gençlik’ sürdükçe senden beklenti çok: İyi görüneceksin, enerjik olacaksın, her yere yetişeceksin, her şeyi takip edeceksin, lafını bileceksin! İnternetin yeni akımının aduket saçmalığı olduğunu bilmek zorunda hissetmeyeceğim günler için tevellütüm kaç olmalı dostlar?
Ona buna löönk diye (veya aduket diye!) deli deli aklımdakini söyleyip “Ahahaahyt” diye gülmek için kaç doğum günü kutlamam lazım?
Boş konuşsam bile sadece saygıdan lafımın huşu içinde dinlenmesi için kaç başbakan daha görmeliyim? “Yoruldum” dediğimde “Sen yorulmazsııın” denmesin diye kaç yıl daha 7/24 çalışmalıyım? Doğduğumda Türkiye’ye televizyon gelmemişti, ben televizyon yıldızı oldum, düşün geçen zamanı! Çocukken İspanyol paça modası vardı, İspanyol paça geri geldi, modanın dönüp kendini tekrar etme döngüsünü yaşamış insanım yav, tahayyül et artık! Hâla mı kız çocuğu muamelesi! Nasıl devirde yaşıyoruz böyle!
Çağrı yapasım var: “70’li yıllarda doğanlar, gelin salalım kendimizi, rahat rahat, oooh! Nirvana filan dinler, birbirimize ilaç tavsiyesi veririz, hadi be?” Ama beyhude çaba. Daha Ajda Pekkan yaşlanacak daaa, sıra bize gelecek deee…
YÜKSELEN BURCUM: TOSBAĞA!
Derken… Bu hafta yaşlandım! ‘Son 20 yılın vebası’ sağ olsun! Belim bıkınım tutuldu! Bilgisayar başında yaşamanın kaçınılmaz sonucu: Omurgam geçici olarak işi bıraktı! Otursam kalkamıyorum, yürüsem oturamıyorum, sabah yataktan doğrulup dikey pozisyona geçmek zaten namümkün. Koskoca artis dersin, 10 dakika yatakta tosbağa gibi sırt üstü dep dep depiniyor, görseniz üzülürsünüz!
Birkaç hafta yüz vermedim. “Yüz vermezsen geçer” teorime göre, ısıtıcı kremler, ağrı kesici filan, idare ettim. Ancak kötüleşti, yayıldı, boyun, sırt ve bel, fazla mesaiyi protesto için toplu greve gittiler. “Dinlenme bizim hakkımız söke söke alırız” dediler! Geçen sabah, baktım, dik yürüyemiyorum. Bildiğin kambur nineyim. Evde baston koleksiyonu var, bir tanesini alıp ona dayana dayana gittim salona! Oturup kalkarken “ay ay ay, aman aman aman” inlemeleri filan, aaa bir hoşuma gitti! Herkes pervane. Biri minder verir, öteki çay getirir, beriki sırtıma şal koyar. Feci acısını, baş ağrısını, mide bulantısını, bir de kollarda his kaybını sayma, nefis! Acık da sağ bacağım çekiyor da e yaşlılıkta oluyor bunlar yavrum! Dedim ki “Madem omurgam grev yaptı, ben de lokavt ilan ediyorum! Birkaç gün nine gibi yatacağım!” Ki zaten yerimden kalkamıyorum. Akıntı çağanozu gibi bilgisayara oturamadığımdan diziye bir hafta tatil verdik.
Ancak, her güzel şey gibi ‘yaşlılık’ da çabuk bitti…
Halim aile içindeki tıp emekçilerini harekete geçirince, acilen doktorlar, fizyoterapistler karşıma dikildi! Ben diyorum “Yanlarım ağriyi”, onlar diyor “Kaslarınızı güçlendireceğiz”... Ben diyorum “Kızım bir ovuverin”, onlar diyor “Ses dalgaları, titreşimle tedavi ama en çok egzersiz”... Ben diyorum “Yaşlandım”, onlar diyor “Kaslarınız çok atletik, spor yapın!”
GELECEĞİN VEBASI: BENJAMIN BUTTON
“Kas ve iskelet sistemi ağrıları günümüzün vebası” diyor uzmanlar. Zira insan vücudu bir masanın başında ekrana bakarak oturmak için dizayn edilmemiş! Koy üzerine hareketsizliği, stresi, ver elini tosbağa!
Verdikleri broşürde “Haftada 15 saatten fazla bilgisayar kullananlar risk altında” yazıyor! 15, 20, 30 saat benim için yaz tatili! Ben 60 saat oturacağım, bunun 36 saati de hiç masadan kalkmadan yazma olacak ki, ağız tadıyla çalıştığımı anlayayım... Yaşlanmayla ilgili ümitlerim, bu berbat tempoma güvendiğimden, tamdı! Ancak, sağ olsunlar üç günde bastonu attık! Oturma kalkma normale döndü. Bugün pilates hareketlerine filan girildi, bir haftanın sonunda baskete başlayıp ergenlik sivilcesi çıkarır mıyım diye korkuyorum!
‘Kas-iskelet hastalıkları çağın vebası’, eyvallah.
Ancak ufukta gördüğüm yeni hastalık: Ölene kadar genç kalma!
Benjamin Button bir filmin değil geleceğin vebasının ismidir, uyan ey ahali!
Aaaa ‘Yalan Dünya’ bu hafta yok mu?
En acısı da her gün gelip beni acılarımdan kurtaran fizyoterapist hanımın bunu sormasıydı! “Sizce çalışmaya elverişli bir halim var mı?” diyecektim, tıbba hürmeten “Bir haftacık yok” deyiverdim! Kas spazmının kaçınılmaz sonucu, diziye bir hafta tatil verdik! Yarın yokuz, Galip Derviş var, sadece bu haftaya özel. Gelecek hafta, herkes yine kendi gün ve saatinde. Yalan Dünya, haziran sonundaki yaz tatiline kadar her pazartesi yayında olacak! İnternetin rutubetli köşelerindeki böcükler “Yalan Dünya bitti Gülse Birsel limon satıyor” yaygarası çıkarırsa, galeyana gelmeyin. Belim bıkınım tutuk, ondan bu hafta ‘Yalan Dünya’ yok! Bir başka açıklama: Twitter adresim yoktur efendim! Hepsi çakma. Ve bir çakmamın 431 bin takipçisi var! Havaya mı girsem, ben diye kim bilir kime tweet’ler atan 431 bin arkadaş için mi üzülsem?
Gündeme dair çok önemli tespitlerim!
Emek Sineması işine sinirlenmemin sebepleri kişisel! Birçok insan gibi benim de anılarım gidecek! Ama çıkıp “Kime ne anılarınızdan, iş ekonomide biter” derlerse, hemen de yapıştırırım: “Kolektif anı biriktiren mekânlar, zamanla kültürün parçası olur ve ekonomik açıdan da aklınızın alamayacağı kadar değerlenir” diye! Örnek de veririm: “Cafe de Flore denen sıradan kafeyi görmek için Paris’e giden kaç kişi var, bilin mi?” Cafe de Flore bizde olsa 80’li yıllarda ihraç fazlası penyeciye, sonra lahmacuncuya, şu sıralar da Starbucks veya Zara’ya dönüşmüştü! Topkapı Sarayı’ndaki Konyalı, McDonald’s olsa yine yaygara yaparım. İnci Pastanesi için yemeye profiterol bulamayız diye mi üzüldük? Ne köşkler, ne sinemalar tiyatrolar, yandı, yıkıldı, apartman oldu, bıkkınız, hassasız.
Çelik’in kadın kılığına girmiş hali biraz bana benzemiyor mu? Ahahah! Allahım bu konuşan kas gevşeticiler mi? Yok yok, vallaha benziyor! Şimdi babam “Niye böyle şeyler yazıyorsun kendinle ilgili, harika güzel bir insansın” diyecek. N’oldu? Tabii ‘harika güzel!’ Ya ne diyeceedi? Öz babam objektif mi olacaadı? Kaldı ki burnum kalıtımsal olarak kendisinden miras, ve hep bunun suçluluk duygusunu taşımıştır içinde!
Fazıl Say’ın, Twitter’da bir tweet’ten retweet ettiği Hayyam tweet’i… Ay yoruldum. Şimdi, kronolojik sırayla: Şiiri 11. yüzyılda Ömer Hayyam yazıyor, bunda mutabıkız! 2013’te, birisi, o dizeleri Twitter’a koyuyor. Fazıl Say retweet yapıyor, yani, “Bu twitter’cı şunu tweet etmiş” gibisinden tekrarlıyor. “Say suçsuz” diyor herkes. Bence tek suçlu var! Toplum mu? Hayır. Ömer Hayyam! Her şey onun suçu! Ama ara ki bulasın! Muhatap yok karşımızda! 10 yüzyıl önce öldü, hapisten yırttı uyanık! Fazıl ise 10 ay hapis cezası aldı! Tabii yatmayacak, ceza ertelenecek vs... Ha yattı yatmadı, her tür dünyaya madara olduk mu? Olduk! Hayyam bizi dünyaya rezil etti!
Paylaş