Paylaş
Hafızalarımız bir lepistes balığınınkiyle aynı seviyeye indi. Millet ve milleti yönetenler olarak adeta ‘yarın yokmuş gibi partiliyoruz’ ama ‘su gibi akan’ şampanya değil. Ne yazık ki bu tuhaf partide şuursuzca tükettiğimiz, doğal kaynaklar, istikrarlı dış ilişkiler, adalet duygusu ve bu halkın yüzlerce yıllık karşılıklı saygı, nezaket ve hoşgörüsü
Mimar Sinan’la ilgili birkaç yıldır internette dolaşan ilginç ve çarpıcı hikâyeyi bilenleriniz olabilir. Mimarın eseri olan camilerden birinin, geçmiş yıllardaki restorasyonu sırasında bir inşaat mühendisi ve ekibi bir sürprizle karşılaşır. Camideki kemerin kilit taşını yerinden çıkardıklarında, iki taşın birleşme noktasındaki silindir boşluktan bir cam şişe ve şişenin içinden dürülmüş beyaz bir kâğıt çıkar. Kâğıtta “Bu mesajı okuyan, dokuz kişiye yollasın ve bütün dilekler gerçekleşsin” filan yazmamaktadır tabii! Kâğıt, Mimar Sinan’ın yazdığı, gelecekte caminin restorasyonunu yapacaklar için bırakılmış bir mektuptur.
Aşağı yukarı şöyle demektedir: “Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Yapı teknikleri de değişeceğinden, işte bu mektubu ben size kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.” Kemer inşasının tekniğini ve hatta taşların Anadolu’nun hangi bölgesinden geldiğini anlatan detaylı mektup karşısında ekip taş olur! Hayır olmazlar tabii ama geçmişten gelen bu ‘bambaşka anlayış’ karşısında çok etkilenirler. Bu hikâyeyi okuyanların hissettiği hayret ve hayranlığı onlar da yaşar.
Yukarıda anlatılan, internette ararsanız başka detaylarını da bulabileceğiniz olayla ilgili kimisi şehir efsanesi diyor, kimiyse yazılı kanıtları kaybolmuş, 70’li yıllarda geçen gerçek bir hikâye.
Yarın aslında çok yakın
Mimar Sinan’ın eserleri ve dehası malum. Bence herkesi etkileyip duygulandıran mimarın teknik açıdan bugün bile çözülmesi zor olan teknik dehası değil. İş ciddiyeti, sorumluluğu ve en çok da yıllardır görmediğimiz, son dönemlerde iyice hasret kaldığımız ‘uzun vadeli düşünme’.
Türkiye’de ‘günü kurtarma’ anlayışının altın devrinin yaşandığı bir dönemdeyiz. Yapılaşma, zaten Mimar Sinan’ın sinir krizi geçireceği kadar alelacele ve yarını düşünmeden ilerliyor. O malum. Ama doğal kaynakların çılgın bir ‘çevreyi tüketme partisi’ yaşıyormuşuz gibi kullanılması artık korkutucu noktalarda. Akarsular, verimli topraklar başka ülkelere kiralanıyor. Ağaçlar kesiliyor, zeytinliklerin yok olma ihtimali var.
Siyasetin hafızasıysa bir lepistes balığı kadar! Dün söylenenle bugün meydanda bağırılan şey birbirinin zıttı olabilir ama ikisi de aynı tezahüratı alıyor!
Dış ilişkiler, eğitim politikası, Suriyeliler sorunu ve hatta ekonomiyle ilgili bırakın uzun ve ortayı, kısa vadeli planların olduğundan bile şüpheliyim. Farklı kimliklerin nezaket ve hoşgörüyle karşılanması, parmakla gösterilmemesi modası geçmiş bir gelenek mi oldu, nedir? Yarın işin tadı kaçar, herkes birbirini parmakla gösterirse
ne olacak peki?
Zamanın ruhu mu çok dinamik? Ondan mı oluyor bunlar? Peki, misal şimdiden nükleeri yasaklayıp temiz enerjiye geçen Almanya hangi gezegende ve zaman diliminde yaşıyor?
‘Ne Çıkarsa Bahtına’ diye bir evlilik programı var. İsmi gibi her an her şey olabiliyor, damat adayı seri katil filan çıkabiliyor! Ama bütün bunlar olurken bir yandan herkes sürekli göbek atıyor. Bazen programı Türkiye’nin psikolojisine benzetiyorum.
Gelecek sorumsuzluğu Ebola’yı döver
Dolayısıyla Mimar Sinan’ın (belki efsane belki gerçek) mektubunun 400 yıl sonrası için tavsiye ve bilgiler içermesi, alışkanlıklarımıza daha doğrusu ‘alıştıklarımıza’ o kadar ters ki. Söz konusu bir Batılı mimar olsaydı tamam da bizden olunca ağzımızın açık kalması çok normal! Zira son yıllar ‘günü kurtarmanın’ veya ‘şu üç günlük dünyada gemisini kurtaranın kaptan olmanın’ zirvesi! Bu zihniyet ülke için berbat bir sorumsuzluk virüsü. Ve bence Ebola’dan daha tehlikeli!
48 saat önce Amerika, IŞİD’i vurdu. Bölge tam ‘ne çıkarsa bahtına’ halinde. Bugün de bizde seçim var. Hayırlısı olsun elbette ve ‘Allah önce sağlık versin’ tabii. Ama bir yerde de ‘bugün geleceğimizin ilk günü’.
Tercihiniz ne olursa olsun. Bugün artık ülke için bizden sonraki kuşaklar için uzun vadeli planlar yapmanın start’ını versek mi? Bugün her alanda ‘günü kurtarma’nın ayıp sayılmasının başlangıcı olsun diyelim mi?
Bugün hepimiz için belki 400 değil ama en azından dört, 14, 40 yıl sonrasını düşünüp o sorumlulukla yaşamaya başlamanın miladı olsun mu?
Paylaş