Paylaş
Ben bu atamayı şiddetle destekliyorum! Bir kere de Şehir Tiyatroları’nı güreş hakemi yönetsin, ne olur? Farklı disiplinlerin buluşmasının sayısız faydaları olacak.
İsterim ki sayın müdürüm nedense sanat insanlarının tekelinde olan (!) bu kuruma bir elense çeksin! Mesela...
İki kişilik oyunların öncesinde “İki yiğit çıktı meydane, ikisi de birbirinden merdane” diye anons yapılsın, seyirci coşturulsun!
Dizilerin ne günahı var? Oyunlar da “pehlivan tefrikası” gibi 3 saat olsun, halk bilet parasının karşılığını alsın!
Maliyet devletin sırtından düşsün, tiyatrolara Kırkpınar ağası gibi ağalar bulunsun: “Müzikal ağası”, “Tragedya ağası”, “In your face ağası” filan.
Afife Ödülleri yerine altın kemer verilsin. (Zaten tiyatrodan kazanılan para belli, bu hakikaten iyi fikir olabilir.)
Tiyatro, grekoromen stil ve serbest stil olarak ikiye ayrılsın, fazla serbestlik yasaklansın!
Sayın Demirkaya, oyunları yakından izleyip “kusurlu hareketler”i hemen görsün.
Ezcümle, bence müdürümüz yeni görevinde sanatı ve sanatçıyı kündeye getirsin! Heyt be! Pehlivaaan pehlivan!
Devlet Balesi’nin başına getirilse, yine dans-spor ilişkisi filan var, bu kadar komik olmazdı bak. Ödenekli tiyatroların vaziyetine ağlarken, Allah sorumlulardan razı olsun, bari iki güldük şurada.
Bozacılar TT!
ORHAN Pamuk’un yeni romanı “Kafamda Bir Tuhaflık”ın başkahramanı bir bozacı. Son birkaç gündür etrafta konuyla ilgili çok sohbet dönüyor. Anladığım kadarıyla ahali edebiyattan çok bozaya aç! Kitabı alan az ama hasret ve ısrarla sokaktan geçen bozacı istiyoruz!
6 yaşındayken, annemlerin saçımı fazla kısa kestirdiğinden vıdı vıdı ettiğim bir günün akşamı, beni avutmak için kapıya bozacı çağırıldı. Adam sürahimize söylediğimiz miktarda bozayı, tatlı ve ekşisinden karıştırıp doldurdu. Sonra da ikram olsun diye kendinden bir kupa daha ekleyip, bana bakarak sırıttı ve şöyle dedi: “Bu da oğlanın hakkı olsun”! “Oğlan” o akşam evde dev yaygara kopardı ve bir daha 23 yaşına kadar kısa saçlı olmadı! Boza severim, bozacılara temkinli yaklaşırım!
Çocukken kapıya sadece bozacı değil, yoğurtçu, sütçü, eskici, kalaycı, hatta triko ve iç giyim satan taksitçi bile gelirdi. AVM’ler yoktu, apartman kapı önleri vardı! Camdan seslenip, satıcıları yukarı çağırıp alışveriş yapıyorduk. İstanbul ne kadar güvenliymiş eskiden yahu. Şimdi komşun kapıyı çalsa açmazsın. Tanımazsın zaten.
Vatandaş Almanca konuş!
ALMAN Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi, yabancıların evde de Almanca konuşmalarının zorunlu olmasını önerdi. Hayır 1940’ta değil. Geçen hafta! Bu adamları marjinal bir faşist örgüt filan sanmayın. Parti koalisyon ortağı. Kendilerine bazı sorularım var:
Almancanın hangi lehçesini arzu edersiniz?
Hangi konuda neler konuşsunlar?
Saçlarını sarıya boyatmaları gerekiyor mu?
Ağızlarından anadillerinde bir kelime kaçarsa havagazını açıp kendi kendilerini zehirlesinler mi?
Taslak hafta sonu Nürnberg’de yapılacak parti kongresine getirilecek. Nürnberg Hitler’in favori şehri, malumunuz. Sonra da 1945’te Nazi partisinin mahkemelerde yargılandığı yer. Arkadaş, insan “Bu konuyu Nürnberg’de tartışalım” filan derken bir durur, çağırışım olur, hatırlar, vazgeçer değil mi?
Belki de öyle oldu. Zira (elbette) büyük tepki alınca, “Zorunluluk değil canım, uyum için bir motivasyon fikri olarak şeyettik” gibisinden kem küm etmeye başladılar. Hemen geri adım atıp taslaktaki ifadeleri yumuşattılar. “Şaka yaptıık” dediler yani. Bunun bir skandal olduğu gerçeği değişti mi? Yoo.
Araba reklamında Claudia Schiffer doğru söylüyor. “Almanların pek iyi bir mizah anlayışı yok”muş gerçekten!
Paylaş