Paylaş
Karşısına farklı siyasi görüşlerden gençler getirmişler. Ve hepsinin birçok yerli yerinde, bir miktarsa pek yersiz soruları var. Hele Antikapitalist Müslümanlar’dan Yasin isimli bir arkadaş katılmış, çok tatlı, ama içinde yaşadığımız sistemdeki ekonomik, sosyal, kültürel, aşağı yukarı her şeye karşı! Kılıçdaroğlu’na “Hadi, peki buna ne diyeceksin” tonlamasıyla soru soruyor, cevabı bile dinlemeden “Ya bırak allasen, zaten her şey yanlış şu dünyada, geç bunlarııee” tarzında bir bakış atıyor. Bir an telefon açıp “Evladım bir büyüğüne soru soruyorsan cevabı dinlemeyi öğren” diyesim geldi artık! Öylesine sert, sansürsüz, yaldır yaldır diyebileceğimiz bir muhalefet yaptı gençler. Kılıçdaroğlu’nda da bir sabır, bir sakinlik! Hiç beğenmedim! Ne o öyle? Muhtemelen karşısındakiler gazeteci değil diye alttan aldı, yoksa siyasetçi dediğin, yürüdü mü yer titrer, baktı mı sen titrersin! Adrenalini sevmeyen karşısına oturamaz, kalbi zayıf olan röportaj yapamaz. Misal Başbakanım öyledir, değil mi efendim!
İşte ben, gençlerin sorularını filan değil, harbi profesyonel gazeteciliği, Şirin Payzın’ın programından birkaç gün önce ATV-A Haber ortak canlı yayınında seyrettim! Başbakan’ın karşısında dört gazeteci vardı ve hakikaten terleten bir röportajdı. Başbakan’a soru sorarken, hepsi nasıl terlemek nasıl terlemek!
‘BAŞBAKANIM, KESİN BİRİNİN ADAMIYIM, AMA KİMİN?’
Çünkü malumunuz Başbakan’a soru yöneltmek kolay değil! Asabi olabilen bir insan. Sevmediği soru sorulunca “Sen kimin adamısın” diye karşı soru çakabiliyor! Bir de öyle bir otorite ve sertlikle soruyor ki bunu, bir an “Harbiden kimin adamıyım acaba yav?” diye düşünebilir, hatta “Vallahi kesin birinin adamıyım, derhal bulup çıkaracağım Sayın Başbakanım” diye itiraf bile edebilirsin!
Yani, gazetecilik mangal gibi yürek ister. İşte o akşam, her şeye rağmen, o acar gazetecilerin Erdoğan’a, adeta deli cesaretiyle, sert soruları ardı ardına sıraladıklarını ibretle izledim! Özellikle final sorusunda, tansiyon öyle zirveye çıktı ki, artık televizyona bakamamışım, ellerimle gözlerimi kapatmışım arıza çıkacak diye: “Başbakanım, yoğun miting trafiğinde enerjinizi nasıl koruyorsunuz, bal yiyor musunuz?” diye sordu ünlü bir gazeteci. İnanın aynı soru aklıma gelmişti! Bu dönem en çok merak ettiğim şey, Başbakan’ın bal yiyip yemediği! Ben olsam, eh serde biraz çıkıntılık var, acık daha cesaret toplayıp, “Petek mi süzme mi efendim?” der, atlatma haberi manşetten çakardım!
Ki hedefim de bir gün böyle sorusunu, sakınmayan bir gazeteci olmak! 19 yaşında muhabirliğe başladım ben. Olay 5N1K’dır! “Ne? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Neden? Kim?”! Lime lime edeceksin Başbakan’ı sorularınla: “Bal mı yediniz? Ne zaman yediniz, kahvaltıda mı? Nerede yediniz, Karadeniz yaylalarında mı? Nasıl yediniz, ekmeğin üzerine sürüp mü? Kiminle yediniz, ailecek mi, partiden arkadaşlarla mı?” Gazetecilik budur! Pulitzer ödülünün sırrı budur!
ACAR GAZETECİNİN AMANSIZ SORULARI!
Madem Hürriyet’te bir köşe sahibi oldum, artık Başbakanımın mitinglerini takip etmek isterim! Hem ülkeyi gezmiş olurum, hem de farklı şehirlerden vatandaşlarla tanışma imkânı bulurum. Örneğin İzmir mitinginde bol bol Ankaralı, Kayserili, Manisalı olduğu söyleniyor. Ben İzmirlilerden sıkılmışım arkadaş, eşim dostum, oynadığım karakter bile oralı. Bambaşka illerden vatandaşlarla fonda İzmir’in güzellikleri eşliğinde kaynaşma fırsatı bulmak az şey mi? Dolayısıyla Başbakan’ın konuk olduğu programı seyrederken bu önemli meslektaşların gazeteciliğinden feyz almaya çalıştım. Erdoğan’la bir gün söyleşi yapmak kısmet olursa, kafamda aynı sertlikte bazı sorular var:
“Çiçek sever misiniz?”
“Sabah kahvaltısında çay mı kahve mi tercih edersiniz?”
“Anadolu’yu gezerken bol hamur işi ikram ediliyordur, formunuzu nasıl koruyorsunuz? (Burada, tutup hamur işlerini sayayım diye heyecandan “kurabiye” lafı edilmeyecek, aman ha! Onun yerine, o vakte kadar ağız alıştırılıp “kahke” kelimesi kullanılacak. Hem daha da geleneksel ve muhafazakâr geliyor kulağa!)
“Futbolda şampiyonluğu iyi olan kazansın mı?”
“Ve Sayın Başbakan, sizi bu soruyla biraz zorlayacağım ama top yuvarlak mıdır?”
Tabii bu sorular ani sorulmamalı. Önceden danışmanlara verilir, cevaplar netleştirilir, sonra yayında, o anda aklıma gelmiş gibi patlatırım ben. Sanırım bu sorularla akredite olmayı hak ediyorum ve her an bir mitingden teklif bekliyorum!
Son yıllarda basının kimliği bayağı değişti. Eskinin ikide bir soru soran, sıkıştıran, yerli yersiz muhalefet yapan tatsız basınından büyük ölçüde kurtulduk! Örneğin yolsuzluk iddialarının ilk çıktığı günlerde TRT’nin haberlerini seyrettim. Nasıl tatlı. Komik kediler, kuru eriğin yararları, Gönen İğne Oyası Festivali... Ana Haber’de muhabbet bal olmuş!
Demokrasinin üç gücü, yasama, yürütme ve yargı, dördüncü gücü ise basındır derler. Kanımca “ileri demokrasi” için bu listeyi yeniden yapmalıyız. Birinci ikinci üçüncü güçler: Recep, Tayyip ve Erdoğan.
Dördüncü güç nedir? Bence bal!
Paylaş