Paylaş
Belki bir mizah yazarının “fırtına obüsü” tamlamasını bilip cümle içinde kullanacak hale getirilmesi bile eleştirilebilir ama o günler değil bunlar. Zor günler.
Ve aslında belki Suriye krizinin başından beri “Bunu yapmayıp da ne yapacaktık ki” cümlesinin en haklı tonlamayla söylenebileceği günler.
“Angajman kuralları çerçevesinde misliyle karşılık verildi” cümlesinin sık sık kullanılıp, “Sabrımızı denemesinler” cümlesini bile özlettiği günler...
Şehir planlamayla ilgili kararlara gıcık olup yazı yazdığımız dönemleri tatlı bir hasretle andığımız günler...
AKM’nin kapalı olmasına filan sinirlendiğimiz zamanları mumla aratan günler...
Hatta, aah o günler o günler, şimdi yabancı gibiler...
Belki bu “angajman” kuralları noktasına gelmeden çook önce...
Dış politikada başka bir “aranjman” yapılabilseydi...
Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomasi geleneği “Monşerler” filan diye Türkçe sözlü yabancı aranjman muamelesi görmeseydi...
“Artık şarkılarımız biraz daha Doğu ezgili olsun, bol Osmanlı soslu olsun, farklı bir şey olsun, mehterli filan böyle vurmalı kırmalı olsun” denmeseydi...
Farklı bakış açılarını dinleyip, başka aranjmanlara girip, yılların geleneği, Cumhuriyet hedefleri ve rasyonel bir stratejiyle, şu an bu kakofoni yerine daha iyi bir melodi dinliyor olabilirdik...
Diyeceğim... Ama bak demiyorum yine...
O günler değil bu günler çünkü... Çok zor günler...
Suudilerle müttefik olmak mı?
HADİ itiraf edelim. Araplara önyargılıyız.
Suriye, Irak, Lübnan Araplarına değil de hatta aslında Araplara da değil, daha çok Körfez ülkelerinin hayat tarzına önyargılıyız diyelim.
Hoşumuza gitmiyorlar.
Demokrasileri yok. Kadın hakları yok.
Çalışmıyorlar. Parayı petrolden kazanıyorlar.
Hijyen alışkanlıkları da dahil, yaşamları bize ters geliyor.
Kültürel olarak komşu Araplara hissettiğimiz gibi yakın da hissetmiyoruz onlara. Kurtuluş Savaşı’nın tatsız anıları malum. Aslında pek güvenmiyoruz da.
O kadar ki, Pakistanlı siyaset bilimci ve yazar Dr. Feroz Ahmed “Making of Modern Turkey” (Modern Türkiye’nin Kuruluşu) kitabında şöyle der: “Türkler aslında dünyada hiçbir millete karşı ırkçılık gütmezler. Ezeli düşmanları olarak tanınan Yunanlılara bile. Sadece Araplara karşı, ırkçılığa yakın bir önyargı vardır. Türklere göre Araplar pis, tembel ve güvenilmez insanlardır.”
Doğrudur, değildir, tartışılır.
Ama Suudi Arabistan’la Suriye konusunda müttefik olma, İncirlik’i açma konusunda filan bazı memnuniyetsizlik ve eleştirilerin kökeninde buna benzer bir duygu hissediliyor.
Dış siyasete böyle yaklaşılması doğru değil. Kimsenin kaşını gözünü, mutfağını beğendiğimiz için dost olmuyoruz. Bütün müttefiklerimiz çok mu fevkalade? Dünkü düşmanımız bugünkü kardeşimiz, önceki günkü biraderimiz bugün kanlımız olmuyor mu?
Suudi Arabistan’la askeri ittifakın eleştirilecek yanı Arapların demokrasi anlayışının, yaşam tarzlarının şöyle böyle olması değildir.
Askeri olarak hiç ama hiç esamisi okunmayan bir ülke olmasıdır!
Ben ona bozuluyorum! Ve önyargı değil, bu sebeple eleştiri yapanlara da kesinlikle katılıyorum.
Batılılar yanılınca biz de yanılmış sayıldık!
NEYDİ plan?
Batı, biz, böylecek, Esad’ı devirmek için muhaliflere, Özgür Suriye Ordusu’na filan yardım edecektik. Yanlarında duracaktık. Suriye’de rejim değişecekti. Ortadoğu’da çok büyük güç olacaktık. Hayat bayram olacaktı.
Olmadı.
Batılılar olmayacağına erken uyandı, kimisi fırt diye, kimisi kıyın kıyın siyaset değiştirdi.
Onlar yanılınca biz de yanılmış sayıldık!
Ama artık o noktada sözümüzden mi dönemedik, inat mı ettik, her şey için çok mu geçti, Kürt siyaseti Suriye’yle çoktaan bağlantı mı kurmuştu ne olmuştu (ben o arada kan ter içinde uyanmışım)... Başka çıkar yol da bulamadık, eski yolumuzda devam ettik.
Fakat yanıldığımızla da kaldık mı sana?
Sınırımıza dayandı mı kan, ateş, kavga, mülteciler?
Derler ya, “Aman evladım, herkes kendini kurtarır olan sana olur”...
Bizim hem vatandaş hem memleket olarak hayat hikâyemiz bu galiba!
Paylaş