Paylaş
Son yılların medya ve siyasete dair en klişe kalıplarından biriyle tarif edeceğim Vasfiye’nin popülaritesini: “Türkiye dedikoducu teyzeleriyle barışıyor!”
Bu iddialı sosyolojik tespit bir yana, Vasfiye beni, karakteri canlandıran Gonca Vuslateri’yi, ‘Yalan Dünya’yı aşmış, vakıa haline gelmiş de işti güçtü, biz birkaç gündür yeni farkına varıyoruz!
Halbuki beş hafta önce, fotoğraflarını gördüğünüz makyaj odasında oturmuş öylesine muhabbet ediyorduk. Gonca, eski bir tanıdığı anlattı. Her ailede yaşanabilecek problemleri yıllar sonra hatırlatan, “Ay siz çok çektiniz be, bak bir de şöyle olmuştu” diye, yaraların kabuk tutmasına, konunun değişmesine fırsat vermeyen, o hanım teyzelerden birini...
Sarsıla sarsıla güldük! O teyzeyi fena halde yakından tanıyorduk çünkü!
İsimleri değişse de odadaki herkes kendi ‘Vasfiye Teyze’sini anlatmaya başladı! Akrabalar, eski komşular ortaya döküldü: Küçümseyen, yaralayan, kusurlarınızı, başarısızlıklarınızı bold yapıp altlarını çizen ve bunu empati ve merhamet kılıfında sunan hanımefendiler! Hayatınızda dişine göre acı ve dedikodu bulamıyorsa bizzat üretecek yaratıcı beyinler!
Oscar alsanız coşkusunu yaşatmayacak, tırnağınız kırılsa hayatınızı trajik bulmanıza sebep olacak kapasiteye sahip manevi işkenceciler!
“Nasıl çıktı, nereden çıktı?” vardır, karakterler için hep sorulur... Aslında Vasfiye hep vardı, siz de tanıyordunuz da ben yazdım, Gonca oynadı.
Daha o ilk gün hepimiz Vasfiye’nin fenomen olduğunu hissettik. Ama son günlerdeki magazinel anlamıyla değil. Twitter’a asparagas dedikodu yazan ‘internet fenomeni’ oluyor ya, öyle değil yani.
Hatta ‘Gülse Birsel’in yeni fenomeni’ cümlesindeki gibi de değil. Felsefedeki anlamıyla ‘fenomen’. Yani ‘nesnel gerçekliği olan, somut’. Vasfiye, belki hepimizden daha elle tutulur biriydi! Ortadoğu ve Akdeniz coğrafyasında daha kolay kök salıp serpilen ama milletler ve zamanlar üstü bir cins!
Flashback sahnesinin montajlı halini seyredince, Vasfiye’yi bugüne, 80’li yıllardaki haliyle, neredeyse hiç yaşlandırmadan getirmeye karar verdim. Enerji vampiriydi sonuçta ve malumunuz vampirler yaşlanmazdı! Ayrıca 2013’ün de Vasfiye’ye ihtiyacı olabilirdi.
Varmış! İnternet, sokak, gazete manşetleri önlenemez bir Vasfiye patlaması yaşıyor. Uluslararası Af Örgütü de dahil, ‘Ne çektin be Türkiye’ çeşitlemeleriyle pankart açıyor şikâyeti olanlar. Sağ solu, sol sağı, muhafazakâr moderni, sosyalist kapitalisti ‘Vasfiye ruhlu’ olmakla itham ediyor! Bu açıdan herkesin alıp kullanabileceği bir hakaret gibi Vasfiye! Kavgada söylenmez yani!
Komedi, üzerinden zaman geçmiş trajedidir ya, şimdi Vasfiye’ye gülüyoruz ya, zamanında ne ağlattı bizi o! Olmayan kabahatlerimizi ana babaya satır arasında gammazlayan, sınıf birincisini “Acık geri o, sınıfta kaldı da müfettiş amcası torpille geçirdi” diye anlatan, komşu kızının son derece bekâr nişanlısıyla yaşadığı aşkın metres hayatı olduğunu iddia eden, dün tekne almış fabrikatörü “İflas etti, evine haciz geldi” diye lanse eden hep oydu! Mütebessim ve çok muhterem bir gamlı baykuş!
BİR KAHIR PANZEHİRİ OLARAK VASFİYE
Hakikileri ruhumuzu az zehirlemedi ama şimdi karikatürünü ekranda seyrederken, adeta panzehire dönüşüyor! “Ölecen demiyorum, yaşasan ne olacak ki diyorum.” Şimdi bundan daha karanlık bir cümle var mı? E bunu komedide görüp aşısını olunca, içimizi ne karartabilir ki artık?
Bir arkadaşım “Vasfiye itibariyle, yakınmak tedavülden kalktı” dedi. “Ayy bugün de öyle oldu böyle oldu, ne zor, vıdı vıdı” diye mızmızlanana, eşi dostu çakıyormuş “Ne çektin bee”yi! E paçan sıkıyorsa bir daha kendine acı bakalım. Herkesin hayatı zor, “ama öyle böyle döndürecez değirmenimizi” işte... Acı, üzüntü, çocuk gibidir, yüz vermezsen şımarmaz!
Vasfiye yaptıklarını bir öğreti haline getirip, kitabını yazsaydı, kitabın arkasındaki motto şu olurdu herhalde: “Herkesin hayatı aslında berbattır, yeter ki doğru yerden bak!”
Kanımca, tersi de doğrudur…
Vasfiye’nin dedikleri ve esas manaları:
VASFİYE SÖZLÜĞÜ
E öyle böyle doyuracan karnını be çocum, n’apacan?: Sakın ola ki mesleki başarıların seni mutlu etmesin, bir halt değilsin.
Yazııık, o da haklıı: Başına gelen her acının sebebi senin zavallılığın, başkasında suç bulma.
Maşallah: Seni gömeceğim, geri sayım, son beş saniye.
Ne dedi orada Servet?: Haydi o berbat hatıranın detaylarını hatırlayalım beraberce!
Ne çektin be!: Seni ezerek bitiriyorum, birkaç gün hayattan neşe bekleme, kendine acıyıp duracaksın.
“Ay nasıl çıktı, nereden çıktı?”
Gonca’nın anlattığı eski tanıdığa gülüp eğlenince, başladık o hanımın ağzından birbirimize hatta kendimize acır gibi yapıp laf çakmaya: “Ne çektin be Gülse, bi yerlere gelecem diye. E geldin de n’oldu, hâlâ ayaküstü kaşarlı tost?” Vasfiye beynimde omurgalanmaya başladı. İlk nüvesi Gonca’dan geldiği için, onun oynaması doğruydu ama Gonca çok gençti. 80’li yıllarda geçen bir flashback sahnesi yazdım. Gonca 27 yaşında, Vasfiye ise o sahnede henüz 40-45 civarıydı. İnandırıcılık sorunu olmayacaktı.
Yazmaya başlayınca dehşete kapılarak içimde bir Vasfiye yaşadığına hükmettim. Susmadı kadın kardeşim! İki-üç sayfa planladığım sahneyi kısalta kısalta altı sayfaya indirebildim! İnternetten eski moda permalı bir saç modeli, bir de gözlük fotoğrafı buldum. Dolabın arkalarından eski bir puantiye elbise bile seçtim ona. Çekim yapıldı. Gece iki, Gonca arıyor: “Olmadı”! Nasıl olmadı? Sahne komik, Gonca olağanüstü yetenekli bir oyuncu? Çekileni seyrettim. İçimize sinmedi.
Ertesi gece evde Gonca’yla sayfaları alıp, sabah beşe kadar karşılıklı Vasfiye olduk, kaydedip kaydedip seyrettik! O gece Vasfiye içimize işlemiş midir, yaş ilerledikçe ufak ufak çıkar mı diye korkuyorum!
Tekrar çekildi sahne, yönetmenimiz Jale Atabey’in, ekibin, şahane Hasibe Eren ve şahane Füsun Demirel’in anlayış, enerji ve performanslarıyla. Üç gün sonra yayındaydık.
Gerisini biliyorsunuz…
Paylaş