Paylaş
Planladığımızdan biraz erken oldu, hayalkırıklığı yaşadık, gelecek planlarımız aksadı, vesaire. Ama kişisel olarak, 90 bölüm sonra artık bilgisayar başında sabahlamayacağım, bölüm yetiştirme ve reyting stresi yaşamayacağım, arkadaşlarımı görmek, kitap okumak gibi özlediğim basit şeyleri yapabileceğim için memnunum. Beyni nadasa yatırıp yeni hayaller kuracağım için de.
Ancak... Koskoca dünyadaki bu küçücük gelişme bana başka şeyler fark ettirdi. Üzülen seyircilerin yazdığı yüzlerce mail ve yorumda benzer karamsar duygular var: “Zaten Türkiye’de bütün güzel şeyler bitiyor.”; “Zaten ülkenin geldiği bu durumda sürpriz olmadı.”; “Zaten birkaç nefes alanımız kalmıştı, onlar da gidiyor.” Zaten, zaten, zaten... Daha da trajiği, “Türkiye kahkahasını kaybetti” diyor birçok seyirci. Ne acıklı cümle! Altındaki mana sadece Yalan Dünya’nın, Arkadaşım Hoşgeldin gibi komedi programlarının bitirilmesi değil bence. Zira televizyon nedir ki? Hatta Sersem Kocanın Kurnaz Karısı oyunundaki Fasulyeciyan’ın dediği gibi “Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır.” Korkarım “Kahkahamızı kaybettik”, ülkede azımsanmayacak bir kesimin ruh halinin ifadesi. Ve bir komedinin final yapıyor olmasından daha derin ve hüzünlü bir alt metni, başka sebepleri var.
“KURTULUR MUYUM BUNALIMDAN, HAMAKTA SALLANSAM?”
Adalete, eşitliğe inanç çok azaldı. Basit bir anlaşmazlık çıkacak da mahkemeye işimiz düşecek diye titriyoruz. “Hakim kimbilir hangi taraftan, kimin adamı olur” diyerek, trafikte tamponu çizilse son gaz ortadan kaybolan arkadaşlarım var! Bu sadece bir kişisel tespit değil, araştırmaların da sonucu.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez köylüler, yaşlılar, şehirli tuzu kurular Greenpeace’e üye yazılmak üzere! 6000 rahmetli zeytin ağacı, şimdilik hatadan dönülse de, “Zaten bu ülkede artık..” diye başlayan bedbin cümlelere tüy dikti. Havamızın, suyumuzun, toprağımızın geleceğinden endişeliyiz.
Ekonomiyle ilgili iç rahatlığı dönemi bitti. Piyasada yaprak kıpırdamıyor. Hem iş dünyasının söylediklerinden, hem bizim sektörün reklam vaziyetinden anlıyoruz ki bizi parlak günler beklemiyor. Ekonomistler net öngürü yapamıyor. (Ki iktisat mezunu biri olarak biliyorum, bu mesleğin en önemli özelliği zaten net olmamak ve sadece ihtimalleri anlatmaktır!) Fakat ağızbirliğiyle 2015 için temkin tavsiye ediyorlar. Mazhar Alanson şarkısında dendiği gibi “Randımanlı gitmiyor işler, eskiden olduğu gibi...”.
Kültür hayatı ve yaşam tarzlarına dair korku büyüyor. Toplumun değiştirilip dönüştürüldüğü, medyadan gösteri dünyasına her iletişim alanına el atıldığı, özgürlük kısıtlamaları yapıldığı fikri hakim. Eğitim ve kültür politikalarıyla Atatürk, çağdaş hayat, laiklik gibi kavramların bilinçli olarak erozyona uğratıldığı kanısı, moral bozukluğu yaratıyor. 10 Kasım’da etrafta hissettiğim duygusallıktan, televizyon reytinglerine manipülatif ellerin uzandığına dair teorilere kadar, huzursuzluk büyük. “Çocuklarımız nasıl bir ülkede yaşayacak” sorusu, kafaların bir köşesinde sallanıp duruyor.
Ortadoğu’daki durum ve Kürt sorunu, “iç savaş” laflarının tarihte ilk kez dillenmesi herkesi hoplattı. Çözüm sürecinin iki ileri bir geri, veya iki geri bir ileri gidiyor olması, Kobani, hem çözümü destekleyen “En özgürlükçü”leri, hem “En ulusalcıları”, hem Türkiye Cumhuriyeti’nde kardeşçe yaşamak isteyen Kürtleri, hem daha uç arzu ve talepleri olan Kürtleri aynı anda panikletmeyi başardı!
“KORKUYORUM ANNE”
Bir dramatik eserde romantizmle komediyi, korkuyla trajediyi bir araya getirebilirsiniz. Son yıllarda bazı filmlerde denense de, tam olarak yan yana gelemeyecek iki janr, iki zıt duygu vardır: Korku ve komedi. Zira korkan insanı güldürmek çok zordur.
Türkiye’nin azımsanmayacak bir kesimi gelecekten korkuyor. Ve eğer Başbakan Davutoğlu gerçek bir restorasyon planlıyorsa, ülkenin eğitimli-büyük kentli kesimlerinin kahkahasını da restore etmelidir.
Madem ülkenin ruh durumuna dair oyunlardan, şarkılardan örnek verdik... Geçen akşam Sertab Erener’in gittiği bir restoranda, müşteriler ona hep bir ağızdan Aldırma Deli Gönlüm’ün nakaratını söylemişler. Sertab bir ayrılığa filan aldırmaz. Taş gibi ses, taş gibi kadındır. Ama şu an teselli ve şefkate ihtiyaç duyan Sertab değil, Türkiye’nin psikolojisidir kanımca.
Ne yapalım? Haydi hep beraber: Aaldırma delii gönlüm, gideen gitsin, sen şarkılar söyle içinden, boşver...
Paylaş