Gülçin yazıyor

Gülçin TELCİ
Haberin Devamı

Selanik'te 29 Ekim

Cumhuriyet Bayramı'nda Atatürk'ün Selanik'te doğduğu evi ziyaret etmek fikri beni çok heyecanlandırmıştı. TÜSİAD'dan gelen daveti güle oynaya kabul ettim. 29 Ekim sabahı Atatürk'ün mütevazı evini gezdim. Hatta adetim olmasa da oradaki hatıra defterine iki satırlık bir not bile düştüm. Gece Cumhuriyet Balosu'nda oturduğum masada Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesinde en az bizimkiler kadar ağırlıklarını koyan ve inanan Selanik'in önde gelen işadamları ile birlikte uzun uzun sohbet ettim. Hatta masamda Yunanistan'ın en büyük şarap imalatcısı ve ünlü kuyumcu Lalaunis'in dünürü Bautaris çifti de bulunuyordu. Arkadaşları, onun uzun uzun iki ülkenin dostluğu için gösterdiği çabalardan bahsettiler. Hatta bir sokağa Mustafa Kemal Atatürk'ün ismini koymak için ortaya bir fikir attığını ve bu yüzden şövenist basında hakkında çıkan olumsuz yazılara üzüldüğünü anlattılar.

Ertesi gün ünlü işadamı için açılan ‘‘ölüm’’ pankartı sokaktaki azgın Yunanlı faşistlerin malzemesi olmuştu. Ev sahibi olarak bu kez üzülme sırası onlardaydı. Halbuki herşey çok güzel başlamıştı...

TRABZON VALİSİ

Bizim Trabzon Valisi İsmet Gürbüz Civelek'in beceriksizliği sayesinde bu eylem ‘‘Trabzon'un rövanşı’’na dönüşmüştü. Aslında tahrikçilerin büyük çoğunluğu, Selanik'te yaşayan ve dernekleri bulunan bir grup Pontuslu idi. Başında bir papazın bulunduğu bu grup çok saldırgandı...

Bu arada Pontuslular'ın da hiç sevilmediğini de öğrendim ama şaşmadım. Rahmi Koç ve Muharrem Kayhan olayları soğukanlı olarak değerlendirmeyi başardı. Koç ve Kayhan, Selanik Ticaret Odası'nın önünde birikenlerin bize yönelttikleri saldırıları dinleyince epeyce üzüldüler. İçinde yaşamadıkları için olayları yaşayanlar kadar etkilenmediler. Bu da onlara daha soğukkanlı düşünebilmeyi sağladı. Bizleri de daha çabuk yatışırdı.

Yunanlı işadamları, hepimizden saldırganlar adına sık sık özür dilediler. Ben eylemin orta yerinde bulunmakla kendimi şanslı sayıyorum. Biz gazeteciler, böyle bir yerde bulunmayı olayları içinde yaşamayı tercih ederiz... Hasan Kınay, eşi Daniel ve Attilla Donat, eşi Feride, Eşref Cerrahoğlu ve eşi Fulya ile birlikte esas gruptan ayrılıp bir yere öğle yemeğe gitmiştik... Konferans saatinde taksilere atladık ve Ticaret odasının yakınlarına geldik... Yol tıkandı... Ben ‘‘Eyvah birşeyleri kaçırabilirim’’ güdüsüyle diğerleri ise grubu yalnız bırakmama kaygısıyla taksilerden inerek kalabalığın arasına daldık... Her ne pahasına olursa olsun konferansa katılmalıydık... Azgın kalabalığın arasına bu amaçla girdik... Yolda rastladığımız polislere saf saf konferans davetiyemizi gösterip kurdukları barikatlardan geçiş izni aldık... Başlangıçta kimse bizi farketmedi, rahat hareket ettik. Ticaret odasından tek tek içeri girmeye başladığımız sırada grup bizi farketti ve hemen harekete geçti... Binadan içeri ilk girenler şanslıydı sona kalanlar iyice tartaklandı...Sinirler gerildi. Konferansın başka bir mekana alınması üzerine bizleri polis araçlarına bindireceklerini açıkladılar... Ya orada mahsur kalacaktık, ya da polisin zırhlı araçları ile hayati tehlikeyi atlatacaktık...

MAHKUM GİBİ

Ticaret Odası'ndaki seminere ulaşmayı başaranlar kendilerini zırhlı polis aracında buldular... AraçTa ünlü işadamları, eşleri ve benim gibi bir iki gazeteci... Kendimi bir mahkum gibi zırhlı bir polis araçın içinde bulunca güleyim mi, ağlayım mı, şaşırdım. Fotoğraf makinamın yanımda olmamasından dolayı kendime çok kızdım... Araç kaldığımız otele gelince bizi Ankara Büromuzun deneyimli Fotoğraf Editörü Ümit Turpçu beklemekteydi... Ama suratını görünce başına birşey geldiğini anladım. Meğer Ümit'in işadamları ile birlikte toplantıya gitmek için bindiği otobüsün kapıları bir müddet sonra kilitlenmiş ve dışarı çıkmasına izin verilmemiş. Ümit çaresiz, içeride kalmış. Onlar da bizi çok merak etmişler. Konferans yeri, Ticaret Odası'ndan bizim kaldığımız otele alındı. Aniden otelin etrafını polis sardı. Her an Yunanlı fanatiklerin otelimize saldırıda bulunacağı bilgileri gelmeye başladı.

POLİSLER OTELDE

Sivil polis oldukları her hallerinden belli bazı kişiler ellerinde eğitilmiş köpeklerle otelin içinde turlamaya başladılar. ‘‘Acaba otelde bir bomba ihbarı mı var?’’ diye düşünmekten kendimi alamadım. Otel odalarına acele yangın söndürme aleti konduğu bilgisi gelince merakım iyice artmaya başladı. Neyse hiçbir şey olmadı. Gece Yunanlı işadamları bizleri bir tavernada ağırlayacaktı. Ne olur ne olmaz diye program otele çevrildi. Gece müzik ve dans herkesin keyfini yerine getirdi. Yunan basını ve televizyonu, fanatikleri sert şekilde eleştirince bizimkiler sevindi...

Türkiye'de olayları televizyonda izleyenlerden hepimize geçmiş olsun telefonları gelmeye başladı. Ben bir yandan gazeteye haberimi yazmaya çalıştım, bir yandan gelen telefonlara cevap verdim. İşte yağmurluğumu da bu trafikte başarıyla kaybettim. Her seyahatte mutlaka bir şeyim ya çalınır, ya kaybolur ya da bir yerde unuturum. Bu kez de öyle oldu.

Mesut Yılmaz ile birlikte Moskova'ya gittiğimiz seyahatte Lenin'in mozolesini gezerken ‘‘fotoğraf makinesiyle giremesiniz’’ dediler. Bir görevliye teslim ettiğim makine daha sonra bulunamadı... Meslek aşkım yüzünden bu kez de yağmurluğumdan oldum... Bu aşk bakalım bana daha ne sürprizler hazırlayacak...

Bir düzeltme

ORHAN Aslıtürk'le Gülay Atığ'ın evlilikleri nedeniyle kaleme aldığım ‘‘Onlar erdi muradına’’ başlıklı yazımda Orhan Aslıtürk'ün, Hüsametin Özkan'ın yeğeni olduğunu yazmıştım.

Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan, beni arayarak Aslıtürk'le aralarında kan bağı olmadığını söyledi. Aslıtürk, Hüsamettin Özkan'ın ağabeyi, Bayrampaşa eski Belediye Başkanı Necdet Özkan'ın kayınbiraderi oluyormuş. Düzeltir özür dilerim.

Hüsamettin Bey, bu konuda oldukça duyarlıydı. Aynı şekilde DSP'den birileri, Aslıtürk çifti ile ilgili yazdıklarımdan dolayı en az benim kadar duyarlı olsaydı ve gerekli adımları atsaydı ben de çok sevinecektim. ANAP'lılar bu konu açılınca hemen Tansu Hanım'dan ödünç aldıkları Bethoveen'ın ‘‘ninni’’ diskini bizlere dinletiyorlar. Acaba DSP'liler de bu diskle havaya girip atmaları gerekli adımlardan mı vazgeçiyorlar? Hükümet ortağının melodisine ayak uyduruyorlar.

Bu arada ANAP İstanbul İl Başkanı Erdal Aksoy'a eşinin rahatsızlığından ötürü arayarak geçmiş olsun dedim. Kendisine ulaşabilseydim Gülay Hanım'ı İl Disiplin Kurulu'na vermekten niye korktuklarını sormak isterdim. Yurda döndükten sonra kendisine aylar önce sunulan Gülay Hanım'la ilgili dosyaları dikkatle incelemesini ve bir an önce particilik yapmayıp Aslıtürk'ü Disiplin Kurulu'na vermesini isteyenlerin seslerine kulak vermesini rica ediyorum. Yarın çok geç olabilir.

Yazarın Tüm Yazıları