Paylaş
Kaşıkçı'nın karısı jet sosyetenin yarısı
Şahpari Kaşıkçı'nın eşinin çabaları nedense bana hep birini hatırlattı... Beylerbeyi Sarayı'ndaki baloda, Bayan Kaşıkcıyı uzun uzun inceleme fırsatı buldum ve kimi hatırlattığını keşfettim.... Bayan Kaşıkçı bana Ayşegül Nadir'i hatırlattı. Nadir çifti de görkemli günlerinde Ayşegül Hanım'ın tertip ettiği organizasyonlarla gazetelere manşet olurdu...
Ayşegül Hanım'ın hobisi antika ve eski eserlerdi... Onun organizasyonlarının içeriği de bu tür konular olurdu... Mesela, Ayşegül Hanım kollarını sıvar ve İstanbullular'a unuttukları tadları verebilmek için yolla koyulurdu... Onun maddi katkılarıyla ‘‘hat sergisi'' düzenlenir, Ayşegül Hanım fedakar ve çalışkan eş olarak günlerce konuşulurdu... Sergi sayesinde hem görünürde eski eserlere sahip çıkılır, hem de Ayşegül Hanım'ın bu işlere gönül vermiş kimselerle olan ilişkileri pekişirdi... Üstelik o günlerde eşi gazete üzerine gazete satın almaktaydı... Ayşegül Hanım Türkiye'deki yaşamını renkli hayatı ile medyanın ilgi odağı olarak sürdürdü... Önce boşandığı eşi Asil Nadir'in başı derde girdi... Tam Asil Bey hayatını yola koyuyordu ki, hanımefendinin antika kaçakcılığı resmileşti ve hapse girmek üzereyken kendini ‘‘Miami''ye attı...
Asil Bey'e gelince... Hatırlayacaksınız İngilizler ona takınca işleri bozuldu, gözetim altında iken başarılı bir şekilde Londra'dan anavatanı Kıbrıs'a kaçtı...
Asil Bey, ‘‘işlerim bozuldu'' diyerek gazetelerinde çalışanları ‘‘süründürdü'' sonra nasıl olduysa aniden şaşalı bir şekilde Türkiye'ye döndü...
Şimdi bütün bunların Kaşıkcı'larla ne ilgisi var diye soranlarınız olabilir... Hem var, hem yok... Var; çünkü her iki çift de medyatik...
Erkeklerin başı zaman zaman derde girse de, sonra yine eski konumlara kavuşmayı beceriyorlar...
SİLAH KAÇAKÇISI
Ayşegül Hanım da, Şahpari de, güzel ve alımlı hanımlar... Ele aldıkları ve öne çıktıkları konularda eşleri için çaktırmadan avantaj sağlamakta ustalar... Adnan Kaşıkcı beni çok eğlendirmeye başladı...
Önce baloya katılmama kararı aldı... Daha sonra birden bire hakkında yazılan ‘‘silah tücarı'' sözlerine sinirlendi ve atladı geldi...
O'nun alınganlığı bende gülme krizi yarattı...
Bunca yıl uluslararası silah tüccarlığını meslek haline getir, servetini ve Suudi prensleri ile ilişkilerini bu yolla kazan, sonra gazetelerde bu konuda çıkanlar seni sinirlendirsin... Hayret doğrusu...
Karısına böyle bir gece düzenleterek Çeçenlere şirin gözükmek Adnan Kaşıkçı'nın işine geliyordu... Türk medyası kalktı kendisinin silah kaçakcısı olduğunu hatırlattı... Yani Adnan Kaşıkçı'yı kızdırdı... Sonuçtan uluslararası silah tüccarı Kaşıkcı dahil kimse memnun kalmadı... Gece boyunca sürekli yaşanan gerilimler de işin tuzu biberi oldu...
Geceye istanbul sosyetesinin yeni yükselen değerleri renk kattı... Korkmaz Yiğit, Ali Balkaner ve Halit Cıngıllıoğlu'nun eşlerinin taktığı mücevverler komşu masalarda çok konuşuldu... Ama Semra Özal'ın küpeleri bütün mücevher tutkunlarını susturdu... Semra Hanımınkiler o kadar muhteşemdi ki ‘‘sahici mi?'', ‘‘imitasyon mu?'' diye iddaya girenler bile oldu... Ben ‘‘sahici'' diye tutturdum... Acaba Semra Hanım'ın günahını mı aldım?
Kaşıkçı'nın Kafkas bankası
Ben Türkiye'de Suudiler'in ‘‘Çeçen'' çocuklar için bir gece tertiplemesine hep kuşkuyla yaklaştım... Gecenin çocuklara yardım amaçlı olması beni beklemeye itti... Suudiler uzun zamandan beri Çeçenistan'a para akıtıyor... Ama esas amaçları orada şeriat devletinin gücünü arttırmak... Birkaç gün önce Wall Street Journal gazetesinde Kaşıkcı ile ilgili bir haber ilgimi çekti.
Habere göre, Kaşıkcı 100 milyon dolar sermayeli ‘‘Kafkasya Yatırım Bankası''nı kurmak için kolları sıvamış. Banka, Çeçenistan, Gürcistan ve Azerbeycan gibi komşu Kafkas cumhuriyetlerindeki petrol taşımacılık ve telekominikasyon projelerinden para kazanmayı hedeflemiş... Üstelik Kaşıkçı bölgedeki Rus ve Çeçen mafyasından korkmayacak kadar yürekliymiş... ‘‘Onları yasal hale getiririz'' diyormuş...
Polisler, askerlik ve imam hatipler
Türkiye'de yaklaşık 170 bin civarında polis bulunduğu, Ankara'da gazetecilere yapılan vahşi saldırının ardından açıklandı. Bu polislerin içinden 36 bininin askerliğini yapmadığı da bu açıklamanın ardından ortaya çıktı. Askerliğini yapmayan polislerin büyük bölümü, toplumsal olaylara ilk müdahaleyi yapan ekiplerde yer alıyorlar.
Bu polisler, sık sık Emniyet Genel Müdürlüğü'ne başvurarak, bulundukları işin başında askerlik yapmak istiyorlar. Yani, hem maaş alacaklar, hem işe gidip gelecekler.
Sanki askere giderlerse son Bülent Orakoğlu olayında kullanılan polis kökenli onbaşı Kadir Sarmusak'ın intikamını bunlardan alacaklar. Bu polislerin emniyete ne zaman alındığı ve öğrenim durumları da araştırma konusu yapılmalı. Başkent kulislerinde sık konuşulan konulardan biri, bunların içinde çok sayıda imam hatip kökenli bulunduğu şeklinde. Tabi imam hatip kökenli bir polis, kendisinin yetiştiği imam hatiplerin orta kısmının kapatılmasına karşı çıkan gruba hoşgörülü davranır.
Bu polisler yeni bir eğitim programından geçirilmeli. Benim gözümün önünden gitmeyen başka bir tablo ise eski İçişleri bakanı ve Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar'ın milletvekilliğine adaylığını koyduğu sırada kendisine polislerin yaptığı gösteriydi... DYP'de hâlâ Tansu Hanım'a bağlılıktan taviz vermeyen polis kökenliler ağırlıkta... Ünal Erkan, Hayri Kozakçıoğlu, Necmettin Dede, Saffet Arıkan Bedük... Sizce zaten bir partide bu kadar çok polis kökenlinin bulunmasında bir tuhaflık yok mu? Tansu Hanım'ın hedefi neydi? Dünyanın en tecrübesiz kişisini İçişleri Bakanı koltuğuna oturtan Çiller'in hâlâ demokrasi demeçleri vermesi sinirime dokunuyor...
Polislerle basının arasında suni bir düşmanlık yaratılmakta... Bunun önüne geçmek lazım... 170 bin kişilik teşkilatta bulunan bazı sivri kimlikler teşkilatın hepsine mal oluyor... Yani kurunun yanında yaş da yanıyor... Bir an önce sivri uçlar törpülenmeli... Polisin de kaybettiği morale acilen kavuşması sağlanmalı...
Paylaş