Paylaş
Sağlı sollu sıra olmuş sanat dağları. Aykut Cömert, Çağla Sel, Sun-Tai Yoo, İlke Kutlay, İhsan Oturmak, Ayşe Topçuoğulları, Bedri Baykam, Ali Elmacı, Pemra Aksoy, Erdinç Babat, Ekin Su Koç, Gustavo Díaz Sosa... Kimler yok ki...
Ezel ve ebed arası tonla iş. Geleneksel adıyla hatırladığımız geçmişimizin gelecekle süslendiği onca hayal. Kim evinde misafir etmek için tonla para yığmaz ki sanatın baktığı dünya falına. Yaşları belki benimle aynı, belki benden yıllarca büyük insanların birçok eseriyle karşılaştık Contemporary’de bu yıl. Arkasından 'iyi bir komşu' teması altında İstanbul Bienali girince anladım ki, yalnızca sanat değil acil yardım isteyen insani ihtiyaçlarımız konusunda. Artık hayallerimizle hayatın içinde temsil ettiğimiz karakterlerimiz aynı çağrıyı yapmak zorunda. Zevksiz olan yalnızca özensiz döşediğimiz evimiz değil, çevre kirliliği bile dahil bu yalnızlığa.
Peki bizi neremizden dürtmeli? Nasıl bir uyanışa ihtiyacımız var? Çağdaş dediğimiz başlığın ürkütücü, yalnızlaştırıcı, somut ve nesnel düzenlenişi dışında, nasıl bir çağ anlatımına ihtiyacımız var ki ben o sanat fuarında, Suriye-Türkiye sınırında kalmış insanların başka yere kıpırdayamayışına, 'sınırlı' insan oluşuna üşüyerek, İstiklal Caddesi'nde insanoğlunu ayakkabılarından tanımaya başlayan çocukların yüzlerindeki ifadeye böylesine yüreğim yanarak baktım.
Aslında yılda birkaç kez sanatçılar şehrin her yanında göreceğimiz şekilde anlatmalı, varlığıyla temasa geçemediğimiz bu gerçeğin çağımızla olan münasebetini.
Heyacanlı olduğum bienal için de farklı bir şey anlatmayacağım. İyi bir komşu, kapısını açık tutandır kardeşim! Ya da gönül kapısı mı desek?
Yazar Göksel Bekmezci ne güzel demiş: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir sözünden sadece gıda yoksunluğunu anlamayın. Bilgiye, ilgi ve iyiliğe de açlarsa lütfen uyumayın!"
BLOGGER DEYİNCE
AUzun zamandır takip ettiğim bloglardan biri de 'listenbeforeyoulove'. Ersin Babaoğlu’nun şahane blogu. Özellikle alternatif, indie rock ve birçok yerli-yabancı yeni isme yer veren blogun bu haftaki konuğu Selçuk Sami Cingi’ydi. "Yeni şeyler dinlemek istiyorum, dünyada neler oluyor yahu" denildiği vakit kapısını çaldığımız bir blogumuz var. E blog var, mutluluk var kardeşim.
PARAYI VEREN ISLIKÇIYI ÖLDÜRÜR!
Geçenlerde tiyatroyla ilgili bütçesel bir konu gündeme geldi. Sponsorsuz iş yapmanın artık zorlaştığı dünya adlı mekânımızda artık yaratıcı bir şey yapmak istiyorsak, yaratanların eksikliği için de bir şeyler yaratmak gerekiyor! Birçok markanın özellikle kültür sanat alanında destek vermek istediğini sanatçı olarak hissediyor ve biliyoruz. Yalnız şunu unutmamak lazım: Yurtdışından getirttiğiniz müzisyenler kadar kendi ülkenizin yaratıcı, sanatçı gruplarını ve onların düşlerini de desteklemek gerekiyor.
Bir markanın birilerine sanatı sevdirme amacı, markayı bu amacın 'ürün içerikli destekleyicisi' olarak göstermekten çok, duruşunu ortaya koymak, topluma kendi vizyonuyla alakalı bir şey katmak olmalı. Bizler Sabancı ve Koç’u en çok sanata verdiği destekle tanıdık örneğin. Sanatı desteklemek konusunda yorgun insanlar ve markalar olduğunu bilmek üzücü.
SEN DE MUTLU OLMA EMMY!
Nicole Kidman hayatımda gördüğüm en güzel ödül konuşmacısı. Hayatımda gördüğüm en iyi oyuncu da değil, hayatımda gördüğüm en güzel kadınlardan biri.
Reese Witherspoon inanılmaz bir performans sergiledi 'Big Little Lies' dizisinde. Ödülü hak ediyordu. Her çıkan teşekkür de etti zaten. Ne mutlu!
Bir konu vardı: Kadın oyuncuların kendilerini ifade edebileceği güçlü hikâyelerin kısırlığı, azlığı ve içerik olarak eksikliği konusuna değinmeleri, yahut aile içi şiddetin dünyada en fazla yaşanan açık-gizli travmalardan biri oluşunu anlatmalarıyla beliren sosyal duyarlılık sevinci bana birini hatırlattı.Tek bir kişi olmayan, kalabalık birini. Türkiye’de oyunculuk yapan insanlar! Kardeşim; hayat alanlarını, anlatıcılarla yaşatır. Şarkısı, oyuncusu, dansı, resmi, heykeli hatta doğa ve hayvan sevgisi... Her şeyiyle...
SEV BİZİ BE
GİDİP GELEN KAFANIN MONOLOĞU
Bazen güzel bir sohbetin akışı içinde, sahip olduğunuz enerjinin açığa tam çıkamadığı bir tutukluk geçirirsiniz. Hikâye kısırlaşır, ortalık sessizleşir, konunun sahibi sizin adınıza çekinir, bir çay daha içilebilecekken içiniz toklaşır ve bir sevgili gibi terk edersiniz birilerini. Patronunuz olabilir; arkadaş, hayran olduğunuz biri, uzak bir akraba... Kimse artık.
Tam da “Aslında bir arada olmak bize harika gelir” diyecekken,sade bir sessizlikle evlere dağılırsınız. Bizi bir konuşmanın içine her şeyimizle dahil edemeyen o gürültü kirliliğinin adı: Kendi değerimizi bilememek.Bir başkasının bunu bize hatırlatmasına ihtiyacımız olduğunu hissetmek ve bu hissin peşinden gitmek.
Agah Aydın geçenlerde ne güzel konuştu CNN Türk’te. İnsan öyle büyük bir eksiklik hissiyle başlıyor ki hayata, yaşadığı eksiklik ve dehşet duygusu, hayatı boyunca, adına 'içgüdü' diyeceği arayışlar yaratıyor. Bu arayışlar suçu da hafifletiyor işte. Çünkü suça da bir isim aramaya başlıyor insan.
Elbette her şeyin sebebi vardır. Her sebep, gerçeğe bir şey katar mı? Bugün karşımızdaki insanın hakkımızda ne düşündüğüne bakınca her şeyi görebiliyorken, tecavüzle ilgili ya da şiddetle alakalı en ufak duyarlılığımızın adına 'sosyal duyarlılık' diyoruz. Bir tek 'istemiyorken', 'karşı çıkıyorken' sosyaliz artık. Denize bakarak içilen çayın tadı madı kalmadı.
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
KÜÇÜK NOTLAR
-Kazancı Bedih plaklarınız olsun evde. Muhteşem.
-RadioSlowtime’da pazar günü programım var. 18.00’de buluşalım.
OKULLAR AÇILIRKEN...
En acilinden ricam: Çocuklarınıza kitap okuma alışkanlığı için makul ortamlar sağlayınız!
Ve onlar kitap okurken etraflarında ses yapmayınız!
Eğitim için Selçuk Şirin’in kitaplarını okumayı, yazılarını takip etmeyi elden bırakmayınız. Ben bile disleksik yapımdan kaynaklı bunca zor öğrenir halime bakmadan, yaşamın en güzel yolculuğunun öğrenmek olduğunu elden bırakmıyorum.
Harika haftanız olsun!
Paylaş