Paylaş
Baharı hatırlamak istiyorum.
Kelime anlamıyla hatırlasam yeter.
Güneşi, gülmeyi, pikniği, fuarları, festivalleri, televizyonda beraber, düellosuz izlenilen şeylerin çeşitliliğinin tadını çıkardığımız ortak sohbetleri, ılımlılığı, güzelliği, birlik bilincini, bozacıları, konserleri, Hıdırellez kutlamalarını, ramazan eğlencelerini, sokaklara taşırdığımız geleneksel olan her şeyi...
Meydanlardaki tiyatro oyunlarını, Zülfü Livaneli’nin şarkı söyleyip tüm caddenin el ele tutuştuğu 29 Ekim kutlamalarını...
Çocukların stadyumları doldurduğu, bale ve operaların şehrin her yerini kapladığı, turistlerin ülkemize gelip bir türlü dönmek istemediği o kutlamaları...
Ülkemi...
Çok özledim.
Simit ve çayı kapıp Kuzguncuk sahilinde denize bakmayı, Bebek’te keyifle balık tutan amcaların sohbetlerine karışmayı...
Lakin konular, olanlar biraz iç karartıcı...
Neresinden tutmalı, sarsmalı.
“Kendine gel! Seni seviyorum ben. Her şey güzel olacak” diye sımsıkı el tutmayı özledim ülkemde...
Huysuz Virjin’i, Levent Kırca’yı, Bir Demet Tiyatro’yu özledim..
“Gidiyorum” değil, “İyi ki buradayım” demeyi özledim...
Anlaşamamanın derdini bilmeyi özledim.
Dinlemek için susmayı, sustuğumuz her şeyin bir ufuk açmasını özledim.
Özür dilemenin erdemini, sevmenin üretkenliğini özledim.
Haklı olmak için yaşamaktan çok, yaşamak konusunda ne denli ciddi oluşumuzun haklı bir sebep oluşunu...
Bir postaneye girip, adres defterini açıp, herkese “seni seviyorum” yazıp yollamak istedim.
Aziz Nesin’in Tülsü’yü Sevmek hikayesindeki gibi...
Seviyorum seni kardeşim. Geldik gidiyoruz. Ne bu şiddet.
İçimde bir burukluk.
Bu mutsuzluk hepimizin ise artık ortak bir derde odaklanmanın zamanı gelmedi mi?
Bilginin paylaşıldığı, genç sporcuların başarılarının göklere çıkarıldığı ana haberleri özledim. Suçtan, adaletsizlikten bir ders çıkarıldığı günleri...
Gökyüzüne bir beyaz güvercin göndermeyi...
Ne özledim bir bilseniz...
Balondan dertler
Güvercin göndermek deyince aklıma geldi...
Seneler evvel kalabalık bir arkadaş grubu evde oturuyoruz.
Sohbet koyu.
Derken gittim içeriden ‘dilek balonu’ getirdim.
Hani altındaki mumu yakıyorsun, hava alınca uçmaya başlıyor, gökyüzünün derinliklerine karışıyor.
Dedim ki; “Yav hepimizin dilekleri var hayatta, sohbet harika, hadi keçeli kalemle yazalım dilekleri üstüne gitsin”...
Dünyada sevgi, barış, eşimize dostumuza notlar, içe kapanık birkaç umutsuz cümle, yalnızlıklar, bol bereket talepleri...
Derken “Balon daha uçmadan patlayacak” dedim ben. Gülüştük.
Dedim ciddiyim.
Bu balon bu sorumluluğu alamaz.
Güzelce yaktım altını.
Balon ateşlendi, içine hava dolmaya başladı.
Yavaşça saldım gökyüzüne. Hepimiz gülümsüyoruz.
Ali dedi ki (Biçim) “Arkadaş uçmaz o balon”!
Balon gökyüzüne kadar uçtu.
Tam gözden kaybolacak derken aynı itinayla dümdüz benim eve doğru inmeye başladı mı...
Dedim bu ev yanar!
Karşı taraftan atak gelmiş gibi.
Camımın önüne indi, camı da aştı kaldırıma geldi.
İtalyan yokuşundan aşağı kaldırımdan gitti.
Patlamıyor ama yaya oldu artık!
Araba çarptı sonunda.
Gülsem mi ağlasam mı...
Güldürürken düşündüren bir anı.
Balon dedi ki; “Kardeşim dünyayı balonu fitilleyerek değil kendini fitilleyerek değiştir”...
Madem bir ışık yaktın, onu yüreğinde yak.
Ve aydınlat dünyayı.
Hep diliyoruz evrenden “Bana huzur ver, para ver, eş ver, iş ver, sağlık ver” diye.
“Ee azıcık da sen ver” dedi evren. Vallahi dedi anacım.
İyi ki benim evi yakmadı.
Bir daha balona bırakmam bu meseleyi.
Yemin ederim kendim girişeceğim.
Dedem “Düşenin dostu olmaz” lafına şöyle cevap verirdi: “İki kere düşenden de bir cacık olmaz...”
Balona bırakmayalım biz bu duyarlılık işlerini.
Sanat değiştirir dünyayı
Hatay ziyaretinin fotoğraflarına baktım...
Asker çocuğu olduğumdan bilirim.
Dünyanın en zor şeyi savaşın ortasında olmaktır.
Silahların patlaması, birbirini tanımadan omuz olduğun insanların gözünün önünde can vermesi...
Kimse ama kimse oradaki askerlerin ne hissettiğini bilemez, hiçbir zaman.
Tertemiz, zayıflamış, yorgun yüzleri ve tetikte gözleriyle onların fotoğraflarını görmek, annelerini, evde bekleyen ailelerini düşündürttü bana...
Allah sabır versin.
Dünyanın en tedirgin bekleyişi.
Bunu da ancak evlat sahibi olanlar bilir.
Ne olursa olsun. Onlar orada.
Bu zor günlerin bir an önce geçmesini diliyorum.
Bu fotoğrafların içinde kadın sanatçılarımızın orada olması gurur verici.
Oradaki her asker evladının bir anası var...
Asker ocaklarına, mahkumlara, huzurevlerine, kimsesiz çocuklara, yurtlara, okullara, üniversitelere, aklınıza gelebilecek her yere girdi mi o sanatçı, verdiği ışıkla aydınlatır etrafı...
Halden anlayan bir el olur. Şarkısıyla, şiiriyle, hikayesiyle...
Böyle günlerde de politikacılar, sanatçılar, işçiler herkes birlik olur.
Kendi payıma bu yüzden sanatı seviyorum.
Tarafsızca, her yerde daima olabilme cesaretini.
Oraya gidenlerin içinde çoğunluğu kadın olan kalabalığın altını çizerek, geçtiğimiz günlerde Meclis’te Çanakkale Şehitlerimizi Anma Gecesi’nde sahneye çıkamamış tüm gözü yaşlı kadın oyuncularımızın yanında olduğumu belirtmek isterim.
Sansürsüz, baskısız bir ifade biçimiyle kendimize hayran bırakacağımız duruşumuzu her alanda gösterebiliriz.
Bu ülkenin gurur kaynağı olmamız için özgün olmaya, özgün olmak için özgür olmaya ihtiyacımız var.
Yapıcı, destekleyen bir onaylanma ile sanatçı teselliye ses verir, can olur.
Hayatta ve sanatta kadının öneminin bilinmesi ve altının çizilmesi ülkemiz için önemli bir değer taşıyor.
Benim kalbimden geçen şey bu.
Bu beni bir taraf yapar mı?
Yaşamaktan tarafım çünkü. Geldik, gidiyoruz.
İnsan canı bir andır.
Benim de kalbimden şu an bu geçti.
Dünyayı özgün fikirler değiştirir.
BU HAFTA
- Ferit Odman dinledim. Bu adam bir şahane! Albümlerini kaçırmayın derim.
- Sertab Erener’in müzikaline dördüncü kez gitme isteğiyle tarih takibindeyim.
- “O Sen Olsan Bari”yi baştan sona dinledim.
- Nişantaşı Bob GYM’e kayıt oldum. Karın kası hırsıyla doldum.
- Müşkülpesent’i yılın mekanı ilan ettim.
- Tilbe Saran’ı da yılın en duyarlı kadını.
- Pazar günü ilk kez yazdığım çocuk oyununu izleyeceğim İş Sanat’ta. Çocuklara bir oyun hediye edebildiğime şükrettim.
Harika haftalar.
Paylaş