Paylaş
Hep giden, hep polemik yaratan, hep kafasına çok takan, hep detaycı, hep inatçı, hep saldırgan, hep kurnaz...
Hiç yalan konuşmam...
Kendi yeteneğini ve kendi potansiyelini el yordamıyla anlatana kadar yaşamım, birilerinin hakkımdaki “zor biri” imajımın, mesleki ve iletişim bakımından bir engel teşkil ettiğini belli eden, bunun karar mercii olduğunu düşünen üst düzey insanları izleyerek geçti.
Çünkü kendimi, ”kendimi kazanmam” üzere eğitmem gerektiğine inandım.
Çok basit bir formül var: Başınıza gelen şeylerin sorumluluğunu yüzde yüz kendinize yahut başkalarına yıkmadığınızda bu durum ortaya çıkıyor zaten.
Kendinizle ilgili vereceğiniz sınavların hepsinden pekiyi beklemememiz gerektiğini, sosyal sorumluluk projelerinden birinin hâlâ çocuk gelinler olduğunu da bildiğimiz bir ülkenin çekirdeğinden yazıyorum.
Fazla uzaklaşmak mümkün değil zaten!
Kültür de bir şeyin sonucu değil ki.
Toplumsal mağduriyetlerin, toplumsal devrime muhtaç kalan zaruriyetlerin adına “genel kültür” derseniz, bu tanımı kabul ederseniz. İnsanları üşendirirsiniz. Üşengeç toplumların yetiştiği zihin katilleri yaratırsınız.
Kadınlık derdin neresinde
Hal böyleyken, Türkiye’de kadın, modern kadın üstelik, modern işçiden başka bir şey olmuyor.
Bu tanımı yıllar evvel Erdal Atabek kitabında yaptığında daha sonra düşünmeye bıraktığım bir başlık olmuştu.
Modern kadın hiçbir açıdan, modern ücretli işçiden daha iyi durumda değildir.
Hatta bir çok açıdan daha kötü durumda.
Aynı sömürü ve aynı haktan yoksunluk.
Herhangi bir iktisadi konum, asıl görevinin fetihçi savaşçı tarafından kaçırıldığından bu yana ortak yaşama ilişkin kaygıları ve çevresiyle olan ilişkiler renkliliğinden öteye gidememiştir.
Ötesinde ki duruşu (yani bugün) kadın, işçidir. Erkek ise bir cinstir.
Magazinde kadın
Geçen hafta Emma Thompson, Harvey Weinstein hakkında bir şeyler söyledi BBC’de.
Bilmem izlediniz mi...
Hollywood’un ünlü yapımcısı, Obama bile kendisinden çok güzel bahsederdi...
Adam Hollywood’un yarısına tacizde bulunmuş ve birçok kadının kariyerini bitirmiş.
Sektörde, aslında her meslekten kadına seslenerek söyleyebilirim bunu. Ciddi bir “maskülenleştirme”, ”erkeksileştirme” çalışması var kadın üzerinde.
Becerebilen kadınlar kırmızı, mavi fark etmez, hapı yutmuşlar.
Gözlerine baka baka erkek dediğin mekanizma ne kadar haklı aslında derken, ortak olduğu kapital kokuyu alıyorsun, diğer türlüsü ise hizmet, şükran, kölelik bilinciyle kendi enkazının ışık girmeyen yerlerinde yaşıyor zaten.
Çok az bir kesim, kendini eğitebilen, en azından başkasının ayıbının içinde eksik olan eğitimi görebilecek kadar olanı çalışkan ve mutsuz. Sanırım ben bu sınıftayım.
Çok az bir kesim yaratıcı ve muğlak, dürüst ve gerçekçi.
Dünyanın ihtiyaçlarını duyma özelliği olan, üretme ve çoğalmanın doğasında barındığını bilen biri.
Bunlar özellik gibi duruyor biliyorum ama bunlar kadın olmanın parçaları.
Ama yok kardeşim, “Delikanlı hatun”, “çok dürüst kadındır güm güm yüzüne söyler”, “mert kadındır, alperdir”, “erkek gibi kadındır, bakma öyle durduğuna” gibi asla hanemizde yeri olmayacak cümleleri de varlığımıza dahil edebiliyoruz! Kabul ediyoruz ya da içten içte yutuyoruz.
Ekonomik kaygının, sosyal statü endişesinin, sosyalleşmenin kendisiyle ilgili bilinçsiz bir takas belki de.
Etkiye değil, hep tepkiye odaklandığımız için en büyük korkumuz bu.
“Ben bu değilim” demenin, aşırı tepki olduğunu düşünen toplumda, kim uğraşacak ki?
İşini göğüsleyen, manevi değerini, emeğini eksik etmeyene, hakkını savunan kadınlara da yorum aynı: “Biraz gergin bir kızmış”, “hayır, bir kadın olarak hiç yakıştıramadım.”
Neyi efendim? Eee erkek olarak yakıştır?
Bu küçük artçı terörizm, bilinçsiz saldırı sisteme endemik oldu.
İnsan olarak da zarardan dönülecek en kârlı yer, zararı normalize etmek oldu sanırım.
Bazı isimler için sentez vakti
Gündemden diye ekliyorum.
Hangisi kendi kuytusunun en iyi sözcüsü bilmiyorum.
Fakat size bir gündem anlattım.
İsteyin her hafta yazayım.
Hal böyleyken, Elif Şafak’ın Ted Talks konuşmasında -üstelik NY’da- biseksüel olduğunu açıklaması, konuşmanın dünyanın en çok izlenilen platformuna ve o platformun son 10 yılın en iyi buluşu olduğuna engel mi?
Fransa’da 1800’lerde konu bile değildi bu ayol...
Collette’i bilenler bilir. Önemli olan, kadın kendi cinselliğini kendine anlatıyor mu, biliyor mu?
Dilerim ileride, hiç gerçekten sevişmemiş olanlar da kendi çaplarında bir itirafta bulunur.
İyi geliyor vallahi.
Nihal Yalçın’ın Antabus oyununda Seray Şahiner bir yazar olarak değinmiş bu konuya. Sen erkek olarak “hey yavrum” diye çiftetelli oynarken, içinden vals geçen göbek atmayı en iyi kadınlar bilir. Sen oraları kurcalama ağabey!
Hülya Avşar: Programında aldatma kısmını izledim.
Twitter’daki yorumlardan sonra...
Şu an bu yazıyı yazarken solumda “Haram” adında filmi oynuyor.
Kendi ne derse desin. Kadın taş! Onu aldatan denyodur.
İncelenesi ve fazla detaylı bir konu ana başlıklarıyla geçiştirilince sert bir açıklama olmuş.
Sertliğini yalnızca erkek olan bir konudan almadım çünkü. Yaşamımı hayal kırıklıklarıyla donatan her şey, ailem, erkek arkadaşlarım, dostlarım, hayran olduğum herkes geçti içimden.
Kimler aldattı beni, ben kimleri aldattım?
Aldatmak da aldatılmak da tümördür, iyi huylu olması da gözümde bir tık daha iyi yapmayacak onu.
Dünya dediğin boşlukta dönen bir top, tepesinde yaşıyoruz... Bu kadar.
Kadın, madın, erkeklik amaan...
Ne çektin be cinsiyet!
Sanat takıp uçanlarda bu hafta
Kuşkusuz bu haftanın en çok konuşulan kitabı oyun yazarı, şair, denemeci, öykücü, blogger, öğretmen Kemal Hamamcıoğlu’nun Doğan Kitap’tan çıkan “Birini Pencere Kenarına Çiçek Koyacak Kadar Sevmek Lazım” oldu.
Uzun zamandır Şebnem Bozoklu’nun oynadığı “Kaplan Sarılması” ile adından söz ettiren Hamamcıoğlu, son zamanların kuşkusuz en yaratıcı zihinlerinden biri. “Kaplan Sarılması”nı izlemeyen varsa mutlaka gitsin. Yılın en iyi prodüksiyonu.
Uzun zamandır sosyal medyada kendi şiirlerini oyuncuların sesinden okutup, üzerine görsel video yerleştirme işinde de çok başarılı Kemal. Kitap sıcacık, kendini süzmüş olgun cümleleriyle bir zamanın “Ben Napoli Radyosu” kitabının bilinç akışına götürdü ya da Borges’in kendi gençliğiyle bir bankta oturup dertleştiği derin yüzleşmelerini anımsattı diyebilirim.
Bizim de Kemal ile hikayemiz var. Bütün bunların içinde karşılaşan iki ruhun hikayesini Doğan Kitap’tan çıkaracağım kitapta bahsedeceğim. Bunun için 2018’i beklemek uzun gelmez umarım.
Ali Biçim’i uzun zamandır tanırım. İnternet fenomenliği ile bilinse de Ali konservatuvar-oyunculuk mezunudur. Yıllar evvel Okan Bayülgen’in programında tanıdım onu. Ortak arkadaşlarımız bir araya getirdi ve harika dost olduk.
Bu hafta onu ilk kez yeni kitabıyla yeniden ve kendi diliyle tanıyacağız. Kitabın adı “Bu ne BİÇİM Hikaye Böyle”.
Kendi yarattığı kurgunun kitabı okuduğunuz zaman nasıl da hayatın içinde yerini bulduğuna şaşırırken uzun zamandır genç erkek yazarlar içinde “bu kadar mı güzel dili olur dediğim” biri oldu. Ali burada bir yola çıkaracak bizi.
Sıkça öz eleştiri yapmanın faydasını anlatarak. İnanın dilini çok seveceksiniz.
Paylaş