Paylaş
Şimdi bir düşünce aksa gitse yazılara ve hiç bulaşmasa didaktik olmaya dedim.
İnsan, üç yeri frekansla kaplı derin bir ruh sonuçta.
Peki ya zihnin radyosu olmasa, gerçekten susup neyi dinlerdik?
Bunca iç geçirmelerimizin, yogalara, meditasyonlara tonla para yağdırdığımız sükunet bir an için terk etse mekanı ve bu “beyin radyosu” sesini sonuna kadar açsa...
Bu hafta da Giriş Katın Bir Altı radyosu sizler için yayında:
Orduevinde öldürülen kediye bak, annesiyle konuşan askerin üssünden yediği dayak sonucu ölümüne bak...
Paylaşılan fotoğrafta bir köpek de vardı üstelik. Seven çok kalmıyor.
Kelebek ödülü neden katılanlar için kısa vadeli onur verici bir sevinç, katılmayanlar için hep fiyasko?
Kadın cinayetleri ne kadar arttı?
İnternette “Yardım edin, çocuklarımı bana vermiyorlar” diye ağlayan kadın. Sahi ne oldu onun davası?
Nuriye yemek yiyor mu?
Ne de güzel gülümsüyor.
Futbolu sevmiyorum.
Boşnak mevzusundan sonra iyice soğudum.
Aleyna Tilki bu ülkeden gerçekten gitse Britney Spears’la ev arkadaşı olsa ne güzel olur. Haydi pamuk eller millere.
İnsan Hakları Haftası’ydı değil mi? 10 Aralık...
Bununla ilgili düşüncelerimi belirtme, m2 geniş ama sansür de çok. Susalım mı?
13 Aralık geldi. Erdal Eren’in “son bakış”ı sessizce geçecek gecenin üstünden.
Martı oyunu ne güzeldi bu hafta Dasdas’ta. Keşke hayat sahne olsa!
Bir yalan habere göre önümüzdeki cumartesi dünyanın son günüymüş. Cuma gecesi ne plan yapmalı acaba? Ajda Pekkan’ın eski şarkılarını çok özlüyorum.
Pop müziğe Fecri Ebcioğlu gibi adamlar her dönem lazım aslında.
Yoksa Anadolu müziklerini batı müzikleriyle birleştiren ve durmadan birlik mesajı veren maskeli balo bitmeyecek!
Ahmet Hakan’ın kısa ve öz yazılarına bayılıyorum.
Şimdi haberler!
Önümüzdeki üç gün İstanbul yine trafiğe kapalı.
Keşke toplantı yapmak için geniş uzun bir masa kullansa devletimiz.
Şehir olunca bizler de ayakta kalıyoruz.
Hazır ayakta olanlar için söylüyorum, Oyuncak Müzesi’ne giden var mı aranızda?
Geçenlerde yeni yıl yemeği vardı.
Güne sıradan başladım, gecenin sonunda Nebil Özgentürk ve Zülfü Livaneli’den edebi hikayeler dinliyordum.
Hayat ne hafif, ne kadar şefkatli aslında.
Şefkat demişken Toy Tiyatro’da Kemal Hamamcıoğlu inanılmaz bir oyun sahneliyor.
Cumartesi ölmezsek oraya mı gidelim acaba?
Birkaç gün önce ince bir aydınlanma hissettim.
Ürettiklerim, inandıklarım, sevdiklerim, saygı duyduklarım arasında en ilgimi çeken şey, kendim hakkında çok az fikrim oluşuydu. Sizce de artık çoğu zaman sansürlediğimiz şey kendimiz değil miyiz?
Daha iyi bir dünya için üstelik! Neyse, çok da şey yapmamak lazım!
Bugün tarihe adını yazmakla, kazımak arasında ciddi iz farkı var. Bir gecede fenomen olmakla her gece yad edilmek arasında yediden daha fazla fark olduğunu bilmeyen insanlar değiliz.
Birilerine elden ele dolaştıracak şey, rekabet yaratacak o kutsal ve altın kaplama şey “ödünden” başkası değil aslında.
Neyse çok konuştuk!
Sıradaki şarkı “Ezhel”den gelsin: “Benim derdim, midem aslında...”
Bir bilim haberiyle devam ediyoruz şimdi:
Ses telleri dediğimizin asli görevleri arasında yer alan en önemli ilke şu:
Yediklerimizin akciğerimize kaçıp ölmememiz için vücudun en hassas görünen ama en hızlı çalışan sert reflekslerinden biri ses tellerimiz.
Hani “ters boğazıma kaçtı” deyip dakikalarca öksürdüğünüz gerçek yani.
Bir hızlı çarpışma esnasına şiddetli bir dalgalanma sonucu çıkardığınız bir anlık efekttir konuştuğunuz her saniye.
Bunca görevinin arasında bir de sizin hakaret etme isteğinize boyun eğen bir kas sistemine “seni seviyorum” ve “özür diliyorum” demeyi hor görmeyiniz!
Bizler alay etme çağındayız.
Öğrenmeyi hafifletmek için, öğretmeni hafife alma çağındayız.
Üstelik bununla da kalmıyoruz, bu yanlışı o kadar içten içe yapmak istiyoruz ki Nur Yerlitaş çıkıp “Aman şehitler mehitler” deyince, bunca ahlaki yadırgamanın altında aslında bir an kendimizin açık vermeyen yanlarını takdir ediyoruz.
Bunu görmek daha ürküttü beni. Karnı tokken, dünyada bulamayanlar da var diye şükreden toplumların çocuklarıyız.
Şu cümlenin vahşiliğine bile uyanamadık. Ben hep o lokmaları empati kurmaktan yiyemeyen bir çocuktum.
Ne yazık ki artık hayat, hatta televizyon dizilerini izleyen seyirciler, kötü karakterlerin acı çekmelerini değil dertlerini öğrenmeye ve gözyaşlarını görmeye odaklılar.
İçimizde bir yerde, kimsenin acı çekmesini istemiyoruz.
Doğru olanı “anlayabilmek” bir yana, ahlaki direncin temeline “birlik” bilincini ısrarla aşılamaya çalışıyoruz.
E bu kötü bir şey mi? Bu sizi bir “taraf” yapar mı?
Yolumuz “yargı”dan geçiyor, sonumuz “saygı”dan.
Tarih bu konuda kimseyi yanıltmadı.
Dolayısıyla eğer bir ödül töreninde bir oyuncuyu veya bir projeyi anımsatmak içi tuvalet penceresini örnek gösterirseniz, bu pencere bir an için “bir vizyon” görevi görür. O vizyonun içinden geçebilmek için sahip olduğumuz şeffaflığın, karakterimizi tıka basa dolduran “katı cümleler” ve “yersiz şakaların” hezeyanından arındırılmış olması gerekir.
Yahu bu arada emekli maaşlarına zam vardı ne oldu acaba o konu? Peki ya internete zam konusu?
Wikipedia’dan düşseler keşke.
Sıradaki şarkı sansürlenen sitelere gelsin: Birsen Tezer ve Cem Adrian düeti: Beni Hatırladın mı?
Ne muhteşem düet olmuş!
Giriş Katın Bir Altı’nda oturmanın en fena yanı, bir radyoyu aşağı atma hakkınızı kendinizde ve apartmanınızda görememeniz.
Bazı insanlar akıllarından geçeni dinlemeye muhtaçtır bazıları da maruz kalır. Bize de bu yazıyla o oldu.
Biz radyo programımıza NTVRADYO’da devam ediyoruz her cuma 22.00’de katılmak isteyene.
Bu buluşmaya kadar iki tavsiyem var:
1- Kitap okuyun.
2- Okuduğunuz kitapları bir sonraki okuyucuya imzalayıp vapurda bırakın.
Müthiş oluyor!
Paylaş