Paylaş
“Olimpiyatlara üzüldüm. Bakan Suat Kılıç acaba spor salonlarında uygulanan yüzde 18’lik KDV’yi düşürse, sporu lüks bir faaliyetten çıkarsa daha çok insan spor yapmaz mı?”
Dünya Ekonomik Forumu tarafından “2013 Sosyal Girişimcisi” seçilen Bedriye Hülya kadınlara ve çocuklara sporu sevdirmeye çalışan bir isim.
Türkiye, Almanya ve KKTC’deki b-fit salonlarının sayısı 220’ye, üye sayısı ise 200 bine ulaşmış.
Bedriye Hülya’nın geliştirdiği model hem dar gelirli kadınlara spor yapma, imk^anı hem mesleksiz kadınlara spor salonu açma imk^anı tanıyor.
Spor salonlarında sadece kadın çalıştığı için kadın istihdamına da katkı sağlıyor.
Şimdi çocuklara için de tasarladığı modeli uygulama aşamasında.
Hülya’ya göre, yüzde 18’lik KDV oranı özellikle dar gelirli kesimleri spor yapmaktan alıkoyuyor.
“Spora lüks gözüyle bakan bir anlayışla sporu sevdirip, yaygınlaştırmak mümkün mü” diye soruyor.
Haksız mı?
Olimpiyatları neden kaybettik diye kafa yorma yerine sporu geniş bir kitleye nasıl sevdireceğiz, bunun için nasıl önlem alacağız diye de düşünmek gerekmez mi?
Dün sabah Olimpiyatlarla ilgili basın toplantısı yapan Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’a kulak veriyorum.
Kılıç özetle “ Bir spor ülkesi olmak yolundayız. 25 stadyum projesi, 197 spor salonu projesi devam ediyor” diye konuşuyor.
Doping meselesine de değinerek “Sıfır tolerans göstereceğiz. Doping uygulayan kulüp, teknik adam, sporcu bunun bedelini öder. Yeni yasalarla doping yapan herkes cezalandırılacak” diye ekliyor.
Konuşmasında yeni stadyum, yeni spor salonları, ceza var.
Ama esas önemli noktalar yok.
Sporu nasıl yaygınlaştıracağız?
Genç insanları, dar gelirlileri nasıl özendireceğiz?
Parasızlıktan hayatları pahasına inşaatlarda çalışmak zorunda kalan milli sporculara nasıl el uzatacağız?
Yüzde 18’lik KDV ne olacak?
Bunlarla ilgili tek kelime çıkmadı Bakan Kılıç’ın ağzından.
Doğrusu anlamıyorum.
Sadece stadyum ve zenginlere spor salonları inşa ederek mi “spor ülkesi” olacağız?
Neden Tokyo?
İSTANBUL’un 2020 Olimpiyatları’nı kaybetmesine kim sevinmiş kim üzülmüş tartışmalarını bir yana bırakalım bir an soğukkanlılıkla “Neden Tokyo” diye düşünelim.
Yabancı medya bu sorunun cevabını şöyle özetlemiş:
“ Olimpiyat Komitesi finansal ve teknik güvenceye baktı. Tokyo’da hem finansal, hem teknik açıdan kötü bir sürpriz olmayacağına ikna oldu”.
Okuduklarımdan şunu anlıyorum:
Kış Olimpiyatlarını ağırlayan Soçi’nin faturayı yedi yılda beşe katlamış olması, 2016 Yaz Olimpiyatlarına hazırlanan Rio’nun tesisleri vaktinde yetiştiremeyeceği kaygısı komiteyi “Bu kez işi sıkı tutalım, güvenli limana demir atalım” noktasına getirmiş.
“Tokyo’nun dosyası sağlam” diyor yetkililer.
Japonya, Olimpiyatlar için ayırdığı 4,5 milyar doları bir bankaya yatırmış.
Projesinde tesislerin yüzde 85’i Olimpiyat Köyü’ne 8 kilometrelik mesafede ve en önemlisi “miras” gözüyle baktığı 1964 Olimpiyatları tesislerini yeniden devreye sokacak.
Olimpiyat Komitesi’nin tesislerle “tarihe damga” bırakma arzusu da yerine geliyor böylelikle.
Madalyonun bir de başka yüzü var.
O da “Yükselen Doğu” kozu.
Geçtiğimiz nisan ayında İstanbul’da Japonya İstanbul Başkonsolosu Keiji Fukuda ile bir öğle yemeği yemiştik.
Olimpiyatlara olan ilgim nedeniyle görüşme talebi Fukuda’dan gelmişti.
Bir parantez.
Neden kaybettiğimiz konuşulurken “lobilicik” meselesi çok tartışıldı.
O yüzden merak ediyorum; mesela her hangi bir başkentte bir başkonsolosumuz bir basın mensubunu davet edip İstanbul’un adaylığını konuşmuş mudur?
Fukuda’ya dönersek, başkonsolosa göre 2008 yılında Beijing’de düzenlenen Olimpiyatlara göre başka bir Asya gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Endonezya, Malezya, Singapur, Malezya ve Myanmar yeni Asya’nın yeni Kaplanları.
Kuşkusuz bu ülkelerin giderek zenginleşen orta sınıfı 2020 Olimpiyatlarına, parıltısını giderek yitirmekte olan Batı’dan daha fazla ilgi gösterecek.
Olimpiyat Komitesi’nin bu noktayı kesinlikle atlamamış olduğunu sanıyorum.
Paylaş