Paylaş
Acemoğlu ile Gezi olayları sonrası Bilgi Üniversitesi’nin kampüsünde buluşmuştuk.
O sohbetimizde sıcak paranın ani kesilmesi riskine dikkat çekmişti.
Acemoğlu’na, bu kez de Odeabank’ın düzenlediği “2014 Türkiye ve Gelişmekte Olan Ülkeler için bir dönüm noktası mı?” panelinde kulak verdim.
Bana öyle geldi ki, dokuz ay öncesine göre, Acemoğlu sanki Türkiye’nin daha kritik bir noktada olduğunu anlatmaya çalışıyordu.
Nobel ödülünü alacağı söylenen ekonomistin gelişmekte olan ülkelerle ilgili tespitinden başlayalım.
Türkiye’nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülkeler, talep ve teknoloji yüzünden gelişmiş ülkelere bağlılar.
ABD’den ya da AB’den talebin azalması bu ülkeleri sıkıntıya sokuyor.
Öte yandan, Arap Baharı’nın (Mısır ekonomisi daha 10 yıl toparlanamazmış), Rusya’nın komşularıyla sürdürdüğü politikanın ekonomik sonuçlarının ne olacağını kestiremiyoruz.
Bu durum gelişmekte olan ülkeler için risk faktörü.
Dolayısıyla Acemoğlu “Gelişmekte olan ülkelerin büyümelerine daha fazla bel bağlamamak gerek” diyor.
Gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonominin lokomotifi olduğu günler çok gerilerde.
Büyümelerinde istikrarsızlık söz konusu.
Bunun nedeni de kurumsal zayıflık ki Türkiye de bu hastalığın pençesinde.
Aynen Hindistan, Brezilya, Endonezya gibi.
Bu “kurumsal zayıflık” özellikle kriz dönemlerinde daha çok ortaya çıkıyormuş.
Peki projektörü sadece Türkiye’ye tutarsak?
Acemoğlu diyor ki:
“Türkiye’nin son yedi yılda büyümesi iç taleple yani tüketim, gayrimenkul rantıyla oldu. Bu büyüme nereye kadar? Uyanacak mıyız? Emin değilim. Uyanmadan büyük bir sarsıntı da geçirebiliriz”.
Bu önemli bir uyarı değilse ne?
“Türkiye potansiyelinin altında büyüyen bir ülke. Jeopolitik konumuyla, dinamik nüfusuyla ortalama yüzde 4’ün üzerinde büyümesi gerek” diyen ekonomistin önerileri şöyle:
“Teknolojiye yatırım, yeni şirketlerin ortaya çıkması, yapısal sorunların iyileştirilmesi”.
Bu arada, dokuz ay önce de dikkat çektiği bir konuyu tekrar gündeme getiriyor Acemoğlu:
Politikanın ekonomideki varlığı.
“Türkiye’de iş insanının hükümete yakın olmadan iş yapması zor. ABD’de son dönemlerde ortaya çıkan Facebook, Twitter gibi şirketler hiçbir Amerikalı milletvekilinin kapısını çalmadı bildiğim kadarıyla” diyor.
Zengin ülkeler neden daha demokratik?
SORUYU ortaya atan ve cevabını veren Harvard Üniversitesi’nden ekonomist Ricardo Hausmann.
Aslen Venezuelalı olan Hausmann’ı, Dünya Ekonomik Forumu’nun ilk Cinsiyet Uçurumu raporunu kaleme alanlardan biri olduğu için izliyorum.
Yazdıklarına rastladıkça ilgiyle okuyorum.
Hausmann, geçtiğimiz günlerde Project Syndicate sitesindeki yazısında zengin ülkelerin neden daha demokratik olduğunu örnekleriyle anlatıyor.
Daha sağlıklı kararlar için “bilginin” önemini vurguluyor.
Söz konusu yazısında özellikle şu cümlesi önemli.
“Sağlıklı politik sistemler alternatif bir görülmez el oluştururlar. İşte bu “görünmez el” merkezi sistemden ayrı sorunları tanımlar, çözümler önerir, performansı denetler ki kararlar çok daha çok bilgiyle alınsın”.
Hausmann’ın Amerikan sistemiyle ilgili verdiği örnek çarpıcı.
Amerikan Senatosu’nun 100 üyesinden her birinin yardımcısı ya da danışmanı var.
Temsilciler Meclisi’nin 435 üyesinin her birine ise 25 yardımcı düşüyor.
Topladığınızda 15 bin danışman ediyor.
Hausmann, bu sayıya kayıtlı 22 bin lobiciyi de ilave ediyor ve diyor ki “Bu insan ordusu ve bağımsız medya milyonlarca sayfalık mevzuatı okuyor. Hükümet kurumlarını denetliyor. Bilgi aktarıyor. Bu son derece açık, şeffaf bir mekanizma”.
Şunu da ekliyor:
“Böyle bir mekanizma kurulmadığı takdirde politik sistem modern ekonominin gereksinim duyduğu iklimi yaratamaz”.
Bize göre ne kadar ütopik değil mi?
Paylaş